Korona sonrası nasıl bir gelecek?

Farklı alanlardan 5 yaratıcı isme Emre Arolat, Sıla, Buket Uzuner, Ahu Serter ve Enis Karavil’e sordum: “Korona sonrası nasıl bir gelecek bizi bekliyor?” diye. Buyurun ‘gelecek konuşmaları’na...

Haberin Devamı

Emre Arolat / Mimar

PEK ÇOK ŞEY ESKİNİN DEVAMI OLACAK

Bu işin sonunda ne olacak? Chomsky’nin söylediği gibi gelmekte olan daha büyük krizlerin küçük bir kesiti mi gerçekten korona? Yoksa bu tür salgınların 50 ila 100 yılda bir tekrarlanabileceğini söyleyen pandemi uzmanlarına mı inanmalı?
Doğrusu bu tuhaf süreç normalleştiğinde bazı şeylerin bir daha eskisi gibi olmayacağı aşikâr. Mesela Avrupa Birliği denen, kendini pek beğenen oluşum ya dağılacak ya da kendisini radikal biçimde yenileyecek. Evden çalışma mı? Belki. Belki biraz daha fazla. Ama o kadar!
Post-korona günlerinin paradigmatik bir değişime sahne olacağını düşünenlerden değilim. Baksanıza, birkaç haftada sıkıntıdan ne yapacağını bilemez oldu millet.
Öyle kolay değil her sabah kalk, yüzünü yıka, mutfaktan kahveni al, yan odadaki masaya otur, bilgisayarı aç ve akşamı et başında. (...)
Sonuçta iyiye kolay alışır, rahatına düşkündür insanoğlu. Kötüyü ise çabuk unutur.
Sistem baş döndürücü enstrümanlarıyla üstüne gelmeyegörsün, cazip yaz programları ortaya bir çıksın, bugünlerin bir anını bile hatırlamak istemez. Hem niye hatırlasın ki? Hijyen kurallarına dikkat etmenin bu kadar da zor olmadığı anlaşılacak, insanlar artık burunlarını karıştırmayacakmış. Güldürmeyin efendim beni! Olmaz öyle şey. Unutulur. Birkaç ay geçsin ne hijyen kalır ne de herhangi bir önlem buralarda.
Parmaklar da aynen burunlara!
Diyorlar ki mimari de etkilenecek bu beladan. Kentler başka türlü dönüşecek.
Hiç sanmam! Umarım da etkilenmez. Ne olacaktı yani? Yıllardır savunduğumuz kavramları çöpe mi atacağız şimdi birdenbire? Geçirgenlik, geçişkenlik, açıklık, akıcılık...
‘Cross-programming’ gibi daha Türkçeleştirmeyi bile beceremediğimiz ya da karma kullanım gibi henüz içimize sindirmekte zorlandığımız çoğulcu yaklaşımları bir çırpıda kenara mı fırlatacağız?
Sosyal ya da fiziksel, insanların arasına mesafeler mi inşa edeceğiz? Hayır.
Umalım ki böyle olmaz. Umalım ki doğru dersler çıksın bu musibetten.
Tüketirken daha dikkatli olalım. Yıkmadan dönüştürmeyi bir kez daha düşünelim. Çevre dostu olmayı bir ayrıcalık değil, kaçınılmaz bir davranış olarak görelim. Buraya kadar tamam. Ama “bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyenlere de hemen inanmayalım derim ben! Olacak efendim, pek çok şey eskisinin devamı olacak. Ve inanın, bu o kadar da kötü olmayacak.

Haberin Devamı

Sıla (Müzisyen)

Haberin Devamı

SANDIĞA ATMAYANLAR AYNI KALACAK

Farkındalığı kuvvetli kimseler bu illet bittiğinde cephanesi dolu çıkacak. Kaya gibi. Sevgiyle ve herhalde unutmayarak!
Öğrenmeme eğilimliler, sandığa atmayanlar, dimağı dar olanlar ise aynı kalacak, ki bu epey üzücü. Bu yüzden sanki onlara “Hatırasızlar, bu kadar rahat unutulur mu?” diyeceğiz gibi. Değişim ise elbet olacak; ama tahminimizden az!

Ahu Serter (İş insanı)

HER ŞEY HAK ETTİĞİNE DÖNÜŞECEK

Korona sonrası sizi nasıl bir dünyanın beklediği tamamen sizin nasıl bir insan olduğunuz, kaygınızı nasıl yönettiğinizle alakalı olarak değişecek. Aynı şey tüm dünya, hükümetler ve şirketler için de geçerli.
Bizi global bir durgunluk, hatta depresyon bekliyor. İnsanlar ve dünya lokalleşecek. Pek çok insan için bu travmayı atlatıp seyahat etmek, keşfetmeye yönelmek uzun zaman alacak.
Travması olmayanların da yeterince ekonomik imkanı olmayacak. Darwin teorisindeki gibi: Bu duruma en önce adapte olanlar kazanacak. Şirketler bazında, Intel eski CEO’su Andrew S. Grove’un söylediği gibi: Kötü şirket krizi atlatamayacak. İyi şirket hayatta kalacak. Sıra dışı şirketler ise bu süreçten daha da güçlenmiş olarak çıkacak. Aslında durumu en iyi Mevlana özetlemiş: “Her şey hak ettiğine dönüşecek!”

Haberin Devamı

Buket Uzuner (Yazar)

ÜTOPYA MI İSTİYORUZ YOKSA DİSTOPYA MI?

İçinde bulunduğumuz salgın günleri insan uygarlığının akıl kadar çok önemli ikinci büyük varlığı olan dayanışmayı bize hatırlattı.
Özellikle 21. yüzyılda bize ün, tüketim, görgüsüzlük ve gösterişin değer olduğunu dayatanların körüklediği hırs, kibir ve kin duyguları yerine dayanışma ve yardımlaşmanın ortaya döktüğü merhamet ve şefkatin değerini hatırladık.
1992’de yayınlanan “Balık İzlerinin Sesi” adlı romanımda, uyumsuz oldukları için ötekileştirilerek dışlanan dünyanın en parlak sanatçıları, yazarları ve bilim insanları uzak bir adaya kaçar. Orada da rahat bırakılmadıkları için dünyayı terk edip başka bir gezegene gitmek zorunda kaldıklarında, dünyanın bütün denizleri kurur ve bir iklim krizi doğar. Bu kitap edebiyatımızda bir distopya örneği olarak inceleniyor ama benim açımdan o bir ütopyadır.
Peki bizler salgın sonrasında ütopya mı yoksa onun zıttı distopya mı istiyoruz? Tek hücreli bir virüs karşısında çaresiz kalan insanlığın salgın sönümlenince nasıl bir dünyada yaşayacağına yine kendisi karar verecek.

Haberin Devamı

Enis Karavil (İç mimar, kreatif direktör)

EVLERE BAKIŞ AÇISI DEĞİŞECEK

Heyecan verici zamanlar geliyor. Artık sadece tasarım yeterli olmayacak. Tasarımın arkasındaki hikâye ve işlevsellik bilinçli tüketimle beraber önem kazanacak.
Zaten başlamış olan bu değişim hızlanacak. Güzel bir sunum önemini korurken içinde yeterli anlam, netlik, mesaj arayacak insanlar. Bence bu yeni durumdan yemek, mobilya, sanat, mimari; hepsi nasibini alacak.
Evlerin karantina zamanında bir sığınağa dönüşmüş olması, insanların evlerine bakış açısını değiştirdi. Artık evler yapısal ve donanımsal olarak daha kapsayıcı olacak. İçinde oturanlara ne hissettirdiği daha önem kazandı.
Bunun dışında seyahat etmenin değeri artacak. Tekrar albüm yapmaya başlayabilir insanlar!

Yazarın Tüm Yazıları