Paylaş
Hatay’da depremzede bir toptancının üreteceği çocuk kıyafetlerini bayramlık hediyesi olarak deprem bölgesindeki çocuklara ulaştırmak istiyor.
Bunun için de takipçilerinden tek bir çocuğun bayramlık hediyesine katkıda bulunmaları için 350 lira bağışta bulunmalarını rica ediyor.
Buraya kadar her şey çok güzel ama Korel bu çağrıyı yaparken araya şu cümleleri sıkıştırıyor:
◊ “Zenginler peşinizdeyim. Takipçilerimden dekontlar geliyor, sizden de bekliyorum.”
◊“Sektörümün en sevdiği Etiler’deki restoranda bir tabak biftek 350 lira. Bir bayramlık + bir ayakkabı.”
Yani Korel kampanyasına yeterli ilgiyi göstermediğini düşündüğü iki kesime, zenginlere ve oyuncu arkadaşlarına sitem ediyor.
Aslında bu sözleri bilinçli söyleyerek kampanyaya daha çok dikkat çekmek istemiş olabilir Korel.
Sonuç olarak çekti de...
Kampanyadan haberi olmayanın bu şekilde haberi oldu.
Ama Korel’in “sitemkâr” gibi görünen, aslında içten içe hizaya getirmeyi arzulayan buyurgan ve küçümseyen dili artık herkesin yaka silktiği bir dil.
Oyuncu arkadaşları hem bahsettiği restorana gidip 350 liraya biftek siparişi vermiş olabilir hem de deprem bölgesine başka bir şekilde yardımda bulunmuş olabilir.
Ya da tam tersi:
Hiç yardımda bulunmasa da kimseyi bir tabağa 350 lira verdi diye yargılamaya hakkımız yok.
Aslında topluca şu:
Kimsenin ne ödediği tabağa ne yaptığı ya da yapmadığı yardıma karışabiliriz.
Korel keşke şu sitem iletişiminden vazgeçse...
Hem inandırıcı olmuyor hem de yapacağı iyiliğe zarar veriyor.
Parkanın sırrı
Seçkin Piriler boşandığı eşi Kaan Tangöze’nin yıllardır üzerinden çıkarmadığı parkayla ilgili şöyle diyor: “O parkayı ben aldım.”
Alt metinde şunu demek istiyor sanırım:
“Ben aldığım için hatırası var, bakın işte bu yüzden yıllardır çıkaramıyor üzerinden.”
Bir parkadan bu kadar anlam çıkarması üzücü.
Çünkü pekâlâ Kaan Tangöze sadece parkanın tarzını sevmiş ve eski eşinin ona aldığını unutmuş bile olabilir.
Bir doz sıkıcılık içermez mi
Nazım Akmandil ile evlenmeye hazırlanan Burcu Esmersoy’un demeci uyum üzerine:
“İkimizin uyumu inanılmaz. Her şeyimiz neredeyse aynı. Bir insan bir insana bu kadar denk gelebilir.”
Bu kadar uyum bir doz sıkıcılık içermez mi?
Ne dersiniz?
Hatta daha ileri gidiyorum: Her şeyinin neredeyse aynı olduğu biriyle bir noktadan sonra çok iyi dost olmaz mısın?
Soruları ortaya atıyor ve kaçıyorum.
Paylaş