Şu kriz döneminde, hani işinden olan hayli insan varken “kim işini seviyor”u fazla lüks bir muhabbet bulabilirsiniz.
Ama ne yapalım, bu da işin bir yönü. Hatta en önemlisi.
Çünkü son günlerde karşılaştığım, işi gücü olan, otuzlarındaki insanlarda ortak bir hissiyat söz konusu:
Üniversiteden sonra harala gürele başladıkları ve en az on yıldır nefes almadan çalıştıkları gayet güzel kariyerleri var.
Üstelik marka kurumlarda, iyi pozisyonlardalar.
Ama gel gör ki, yaptıkları işi aslında pek sevmediklerini, kendilerine daha çok zaman ayırmak istediklerini fark ediyorlar. Otuzlarında.
Ve ne oluyor? Cesareti olan iddialı işini bırakıp daha iddiasız ama kendi projesi olan bir başka işi hayata geçiriyor.
Bu da genelde web’le ilgili bir proje ya da buna benzer küçük, ama özgün bir iş oluyor.
Cesareti “henüz” olmayan ise daha ileriye erteliyor yapmak istediklerini.
Ama rahatsızlığını dile getirmeden de duramıyor.
Yirmilerdeki o hızlı kariyer koşusu otuzlarda yavaşlıyor; etrafına bakmaya, “nereye koşuyorum ben” demeye başlıyorsun yani.
Bugünlerde gözlem radarıma en çok takılan bu.
Ve diğer gözlemler, gözlemeler...
SEKSİ... İclal Aydın’ı hafta içi Blackk’te yapılan Kayra Vintage partisinde gördüm. Göğüs dekoltesi kıvamında nefis siyah bir elbiseyle partinin en seksi kadınıydı.
ÇOCUKCA... Maçka’daki Frame’de çarşamba gecesi sahne alan Ebru Aydın ve orkestrası, mekanda bulunan herkese “canlı karaoke” imkanı sağladı. Kadın müşterilerden biri de çıkıp Bengü’nün bir şarkısını söyledi. O kadar iyiydi ki, bir ara sahnede Bengü var zannettik. Tesadüf, orijinal Bengü de iki adım ötemizdeydi. Sırtı sahneye dönüktü, belli ki kadın müşterinin “karaoke” Bengü yorumunun şahaneliği pek de hoşuna gitmemişti. TREND... Garajİstanbul’daki Hatice Gökçe defilesine çıkan mankenlerde görüp bayıldığım rengarenk sporlar meğer Reebok’ın “Bringback” koleksiyonundanmış. Bringback koleksiyonu, 80’lerdeki pump modasının günümüze uyarlanmış hali. Türkiye’ye sınırlı sayıda gelmiş koleksiyon.
İLGİNÇ... Bu bir gözlem değil, ne olsun o zaman adı? Gözleme? Neyse ne, ama konuşulan bir mevzu: Perihan Mağden bu kez bir gay aşk romanı yazıyormuş. Hatta romanın adının “Ali’yle Ramazan” olduğu söyleniyor.
TUHAF... Supper Club’da ayakkabınızı çıkarıp bembeyaz yatağa çıkıyor ve yemeğinizi uzanarak, bağdaş kurarak filan orada yiyorsunuz ya. Tüm dünyadaki Supper Club’ların en temel hadisesi bu. Buraya kadar sorun yok. Ama bizim Supper Club’ta ayakkabıyı çıkardıktan sonra bir de beyaz terlik veriyorlar. Hani şu otellerde olan terliklerden.
Niye terlik verdiklerini hiç anlamadım?
Türkler’in çorapları genelde kokar ya da çorapları pek zevksizdir, terlik verelim de örtbas edelim mantığı mı acaba? Amsterdam’daki Supper’da mesela terlik vermiyorlar.
Kaldı ki terlik çok evcil bir unsur, ev kültürüne ait, bir gece kulübünde ayaklarda terlik görmek hiç yakışmıyor.