İstanbul'da bir Küba gecesi

Zaman zaman söylenirim, “İstanbul’da farklı konseptlerde mekan pek az” diye.

Haberin Devamı

Onlardan biri de Latin konseptli mekânlar.
Bir ara Palazzo Donizetti Oteli’nin altında La Bodeguita del Medio isimli bir Küba barı mesela. Bir gece tesadüfen gitmiş, eğlenmiştim.
42 Maslak içindeki Cuba’yı ise bilmiyordum.
Hafta sonu keşfettim ve mekânı görünce şaşırdım:
- Bir kere mekân çok büyükmüş.
- İçeri girince Havana’da bir mahalleye girmiş gibi oluyorsun, dekorasyonu ona göre yapmışlar.
- Mekânın beyaz örtülü masaları var, yani sadece bar değilmiş burası. Yemekte de iddialılar.
- Ve tabii sahne ve pist... Latin konseptli bir mekânın olmazsa olmazı. Genelde bu tür mekânlara Latin dansı dersi alanlar akın eder ve hünerlerini göstermek için dans eder.
“Galiba bu gece de öyle olacak” diye düşünüyordum ki, tam aksi oldu. Latin dansı bilen-bilmeyen herkes pisti doldurdu, kafasına göre dans etti.
- Gelelim Cuba’nın en önemli unsuruna, yani Solanch De La Rosa’ya.
Kübalı şarkıcı Solanch’ı ilk kez sahnede seyrettim ve çok beğendim. Hem mekândaki herkesi piste davet edip aralarına girdi, onlarla dans etti hem de sadece kıvrak ritimli şarkılar söylemeyip başka sulara daldı. Mesela bir anda Sezen Aksu’nun “Bu Gece”sini söyledi, ki bence hoş bir sürprizdi.
Sırf Solanch’ı dinlemek için bir kez daha Cuba’ya giderim.
Ama sahne ile seyirci arasına konan pist yüzünden soliste bazen fazla mesafeli olunabiliyor. Ona bir çare bulmaları lazım.

Haberin Devamı

‘Bekarlığa veda’cılar

Gece gezmelerine devam...
Cuba gecesi sonrası uzun bir aradan sonra Levent’teki La Boucherie’ye gittim.
İçeride müthiş bir gırgır, şamata, yüksek doz enerji hali. Sonradan öğrendim, meğer koca bir masa bekarlığa veda için gelmiş.
Masadaki herkes tek tek sahneye çıkıp “O Ses Türkiye”cilik oynadı neredeyse. Bir ara “bekarlığa veda”lar kadar “boşanma partileri” de vardı.
Az da olsa rastlanıyordu.
Ama gördüğüm o ki, şimdilik kazanan “bekarlığa veda”cılar...

“Bihter”i izledim ve...

Farah Zeynep Abdullah ve Boran Kuzum’lu “Bihter”i izledim.
“Bihter” filmi farklı bir yol izleyip Bihter’i arada bir seyirciye dönüp bakarak tüm olup bitenin “anlatıcısı” haline getirmiş. Bu riskli seçimden dolayı bir türlü filmin hikâyesinin içine giremedim. Yönetmen ve senaristler roman uyarlamalarında farklı yollar izleyebilir.
Mesela Keira Knightley’nin oynadığı ve Joe Wright’ın yönettiği “Anna Karenina” buna iyi bir örnek. Ama “Bihter”de, Bihter’in bize dönüp sanki günümüzden biriymiş gibi konuşması ve bu konuşmaların en olmadık yerlerde tekrarlanması akışı çok bozmuş.
Dahası, diğer tüm karakterlerin de karikatürize bir hal almasına neden olmuş.

Yazarın Tüm Yazıları