Tam da ABD Konsolosluğu’na saldırı düzenlendiği günün akşamı İstinye Park’a doğru yollanıyoruz.
Hillside City Club’ın bir daveti var, ona gideceğiz.
Aslında kimsenin keyfi şahane değil. Ülkede olan biten, yoğun karmaşa hali, "neler oluyor, daha neler olacak" komploları ve sonra koca bir boşluk.
Boşluk da şu: Bari hayatımıza devam edelim boşluğu.
Ne olacaksa olsun boşluğu. Umutsuzluk boşluğu. Konuşup konuşup bir yere varamama boşluğu. Neyse ne.
Davet yerine geldiğimizde başka bir Türkiye’deyiz.
Hayat durmuyor bu ülkede. Koşar adım devam ediyor. Böyle olması çok iyi, diyor bir bilenler. Ekonomi, şu bu açısından.
O kısmı bilemem, benim işim hayatı yazmak. Sosyal hayatı...
Hillside’ın İstinye Park şubesine ilk kez geliyorum. Uzay üssü gibi bir yer, çok şık. Hele davetin verildiği havuzlu terasın atmosferi bambaşka. Her yere disko topları koymuşlar. Havuzun içine bile. Parlıyor etraf. İstinye Park’ın dev çatısı Münih Havaalanı’nı andırıyor. Orası gibi bol metalli, bol ışıklı.
Davetin verilme sebebi Ömer Karacan’ın hazırladığı Hillside Su albümünün ikincisinin çıkması. Bir ara kendisiyle karşılaşıyorum. "Yabancı arkadaş gezdirmek belalı iş" diye bir yazı yazmıştım zamanında. "Hiç belalı olur mu? Çok zevklidir" diyor o yazıyı hatırlatarak.
"E ben de dünyaca ünlü insanları gezdirsem eğlenceli olabilirdi" yanıtını veriyorum, gülüyor.
Giderek müziğin dozu artıyor. Kalabalık iyice birbirine ısınıyor. Atıl Kutoğlu’yla karşılaşıyoruz. Birkaç gündür buradaymış. Kış koleksiyonunu hazırlıyormuş. Sonra yeniden Viyana’ya dönecekmiş.
Ve Ece Sükan. O da Paris’ten gelmiş.
Haute Couture Haftası’nda Dior, Givenchy, Valentino ve Jean Paul Gaultier’nin defilelerini izlemiş. "Bir gece Visionnaire dergisinin yat partisi vardı. Tiplere inanamazsın, bu kadar mı eğlenceli, rahat ve stil olunur" diyordu hiper neşeli bir tonda.
Aslında fena olan sıkılmamakmış
Çabuk canı sıkılan biri olarak, tüm sıkılanlara bir kitap önerisi: "Öpüşme, Gıdıklanma ve Sıkılma Üzerine". Psikiyatrist Adam Phillips’in yazdığı kitap yeni değil aslında.
Ayrıntı Yayınları tarafından 1996’da basılmış ilk kez. Yani piyasada var mıdır, hálá satılmakta mıdır bilmiyorum, keza şu anda araştıracak halim de yok. Dedim ya, sıkılıyorum. Hem de çok çabuk.
Ama buna bir çare aradığım da yok. Siz de aramayın.
Çünkü sıkılmak iyi, sıkılmamak ise aksine fena bir şeymiş.
Sıkılmayan insandan korkmalıymışız yani.
Nedeni de şu: Sıkıntı, kişinin kendine zaman tanıma sürecinin bir parçasıymış.
Bu süreç sonrası insan daha yaratıcı olabilirmiş.
Ayrıca, sıkıntı sürecinde insan hep bir şey beklermiş. Bir şey olmasını... Tabii o "şey"in ne olduğunu bilmeden. Bu yüzden sıkılırmış ya canı.
Kitabın "sıkılmak" bölümünde kısaca böyle diyor Phillips.
(Bir yıl önce yazmıştım bu yazıyı. Sıkıntıdan ikinci baskıyı yapıyorum.)