Hayallerin tarzı hayli İskandinav

İstiklal Caddesi’nin ara sokaklarından birinde yer alan Versus Art Project adlı sanat galerisindeyim.

Haberin Devamı

Galeri yeni sergileri “Ölçek”in açılışını gün içinde geniş bir zamana yaymış.
İçeride fazla kalabalık olmasın diye.
Ben de o zaman dilimindeki saatlerden birini seçip galeriye yollanıyorum.
Sergiden önce Versus’un konuşlandığı tarihi binaya dikkat kesiliyorum, müthiş.
Merdivenler bile sanat eseri gibi.
Ama apartmandan dışarı sokağa çıkınca ortam hayli nargile.
Oradan caddeye çıkıp meydana yürüyorum.
Doğruya doğru, bir an önce kaçmak istiyorum meydandan.
Bu duygunun meydanın şu anki haliyle de ilgisi yok.
Aslına bakarsanız Taksim Meydanı hiçbir zaman çok da sevimli, estetik bir yer değildi.
Hep hızlı adımlarla yürüyüp uzaklaşmak isteyeceğin bir yerdi.
O yüzden istanbulsenin.org sitesinde oylamaya sunulan üç Taksim Meydanı projesinin çizimlerine bakınca “Hangi gezegen burası?” diye sayıkladım. Projelerden birinde yer alan, ağaçlar altındaki hoş kafe masalarına filan bakınca...
Hayallerin tarzı hayli İskandinav ama gerçekleşince pek öyle olmadığını biliyoruz.
Neyse, iyi yanından bakalım:
◊ Benim favorim 19 numaralı Obruk projesi oldu. Meydanın ortasına döne döne mini bir Kanyon kondurulmuş, gerçekten güzel görünüyor. Yeraltıyla yerüstü arasında bir bağlantı kurulmuş. Ama bunun inşaatı çok uzun sürmez mi?
◊ 15 numaralı projedeki yaya köprülerini hiç sevmedim. Amaç manzara terası yapmakmış ve yaya yoğunluğunu önlemek...
Hayli gereksiz geldi. Madem fikrimizi soruyorlar, çat çat söyleyelim değil mi?
◊ 16 numaralı proje Tarlabaşı’nı çılgın gibi ağaçlandırmış. Pek hoş görünüyor. Olabilirliği varsa gerçekten olsa...


Türk galerinin Danimarka’ya gidiş macerası

Versus Art Project demişken...
Galerinin kurucularından Leyla Ünsal anlattı.
Versus olarak ağustos sonu Kopenhag’da gerçekleşen, İskandinav coğrafyasının tek uluslararası çağdaş sanat fuarı Enter Art Fair’e katılmışlar.
Önemli sanat fuarlarının hepsi salgın nedeniyle dijitalde yapılırken sadece birkaç sanat fuarı fiziksel olarak gerçekleşmişti.
Enter Art Fair de onlardan biri ve kuşkusuz aralarında en önemlisi.
Peki Leyla Ünsal ve ekibinin Danimarka’ya gidişi nasıl gerçekleşmiş?
Onu da kendisinden dinleyelim:
“Bütün hazırlıklarımızı tamamlamış olmamıza rağmen Kopenhag’a gidişimiz son haftaya kadar belirsizlik içindeydi. Konsoloslukların neredeyse tamamı Covid dönemi boyunca vize işlemlerini durdurduğu için ekip olarak geçerliliği süregelen vizelerimizin oluşu büyük bir şanstı bizim için.
Her hafta arayarak bilgi edindiğimiz Danimarka
Büyükelçiliği ve bizi yönlendirdikleri Danimarka polis birimi, seyahat izni için iş belgelerinin yanında 72 saat içinde gerçekleştirilmiş Covid-19 test sonuçlarının yeterli olduğunu ancak kuralların sürekli olarak değiştiğini, o nedenle net bir yanıt veremediklerini bildirdiler.
Fuardan gerekli davet belgelerimizi aldık, resmi işlemlerimizi adım adım olması gerektiği gibi uyguladık.
Havaalanında da oldukça sıkı bir kontrolden geçerek fuardan birkaç gün önce Kopenhag’a risksiz bir şekilde varmış olduk.”

Haberin Devamı

Şehir Atlası

◊ ESKİDENDİ,
ÇOK ESKİDEN...
Eskiden şehrin restoranlarına bol bol konuk yabancı şef gelir, yemek yapardı.
Hafta içi Cantinery at the Square’e gelip bol bol tiramisu yapan pasta şefi Evaggelos Chasiotis bana o günleri anımsattı.
Bu arada Emaar’daki Cantinery at the Square, bir adet kafe barı da (C Coffee Bar) içine katmış ve Zorlu’daki Cantinery’nin daha pop bir versiyonu olmuş.
◊ İKİYE AYRILAN MEKAN
Gümüşsuyu’nda yeniden açılan Topaz’a gittim. Mekan ikiye ayrılmış. Bir taraf yemek alanı. Kalanı, şeffaf bir perdeyle ayrılan Sess Lounge.
Yemeği yedikten hemen sonra 24.00’e kadar Boğaz manzarası eşliğinde müzik dinlemek isteyenler için ideal bir çözüm olmuş.
Bir taşla iki kuş misali.
Benim için esas hoş tarafı ise Topaz’ın yemeklerinin geri dönüşü oldu.

Yazarın Tüm Yazıları