Paylaş
Peki bir çırpıda okuduğum kitaptan neler öğrendim? Hepsi burada.
Hem ne demiş arka kapağa övgü cümleleri döşenen Elif Şafak: “İnsan öğrendikçe gelişir.”
Ergen ve Şafak’ın izindeyiz nitekim.
* DİZİ TEKRARI GİBİ
Evet, kitaptan ilk öğrendiğim şeyi sayıklıyorum:
İnsan aynı şeyi farklı cümlelerle bin kez tekrarlayabilir.
Ve bunda bir sakınca görmeyebilir. Gülben’in kitabında ne yazık ki durum bu: Aynı düşünce o kadar sık yazılmış ki, “Yahu bunu az önce okumadım mı?” oluyorsun.
Mesela “iyi insan olmak”. Tamam, çok güzel. Ama aynı bakış açısıyla yüzbin kere bunu vurgulamak bir noktadan sonra çok sıkıcı... Keza aynı kelimelerin sürekli kullanılması da bir dönme dolap hissi yaratmıyor değil: Seçim, kader, anlamlandırmak, imtihan, çalışmak, kalp, vazife...
* BU VAAZ BİTMEZ
Kitaptan öğrendiğim en önemli şey ise Gülben’in bir din görevlisi havasında dini konularda vaaz vermekten gayet hoşlanıyor oluşu.
Bir bölümde, “Bizim dinimizde yalan söylemek kul hakkına girer” diyorsa bir başka bölümde şöyle sesleniyor okur cemaatine:
“Şimdi ikimizin de yaradanı aynı mı? Evet.
O da Allah’ın kulu mu? Evet. Peki yapan da yaptıran da Allah’tır sözüne inanıyor muyum? Evet.
O zaman onun kuluna ben mi ders vereceğim yoksa Allahıma mı havale edeceğim?”
Öğretici, dinsel vaazlar bitmiyor. O kadar çok ki.
İki (kuple) örnek daha:
“Benim peygamberim kulluğunu eşsiz makamının önünde tutacak kadar büyük yüreklidir.”
“Yaradandan ötürü yaratılmış her şey canlıdır ve etrafına sinen her duyguyu kendine çeker, içine sindirir.”
* “ENDİŞELENMEYİN” SELAMI
Bunca vaaz sonrası endişeli laik okuruna da basın açıklaması yaparak selam çakmayı, onların gazını almayı ihmal etmiyor Gülben Ergen:
“Ben dinimle Cumhuriyet’i birbirine karıştırmadan yaşamaya özen gösteren bir Cumhuriyet kadınıyım.”
“Benim kahramanım Mustafa Kemal Atatürk’tür. Cumhuriyet’ime sahip çıkacağıma dair sözüm var benim kahramanıma...”
* “SEN BU SESLE SAHNEYE Mİ ÇIKTIN?”
Hakkını yemeyelim; Instagram’da paylaşılan soyut resim altlarına döşenmiş o dallı güllü kalpli/en beylik klişelerle bezeli deneme yazılarının bir best of’u gibi duran kitabın ilgi çekici yanları da mevcut.
O da, Gülben’in kendi hayatından kesitleri aktardığı satırlar...
Mesela Efe Özal’ın TV kanalındaki seçmelere gidişini anlatması, orada Turgut Özal’la fotoğraf çektirmesi. Dolmuşla ünlü bir kuaföre giderken düşündüğü şeyler ve tabii şan hocası Erdem Siyavuşgil’in ilk ders sırasında ona söyledikleri:
“Sen bu sesle sahneye gerçekten çıktın ve söyledinse iyi cesaret!”
Ayrıca kitabın bir yerindeki şu cümlenin tasvirellasını pek tuttum:
“Sosyal hayat, tüm sanatsal aktiviteler, hayatın kendisi; hepsi Pad’lerimiz içinde müebbet hapis...”
* SAMİMİ GELMEDİ
Kitaptaki şu itiraf ise samimi gelmedi:
“Marka yöneten dostlarım sorar bana, beş yıl sonra nerede ne yapacağını planladın mı? Yok planlamadım ve planlamayacağım...”
* KÜÇÜK BİR DETAY
Müzik çalışmalarında Çelik soyadını kullanmıyor Gülben, ama kitap için bu soyadını kullanmış.
Kitapta sahne adını kullanmak caiz değil midir yoksa?
* ELEŞTİRİ İKİYE AYRILIR ARKADAŞLAR...
Son olarak, kitabın bir yerinde “eleştiri” meselesini masaya yatırıyor Gülben. Ve eleştirinin yıkıcı ve yapıcı olarak ikiye ayrıldığını söylüyor (ne kadar yeni bir şey değil mi?).
Bu yazı hangi kategoriye uyar bilmem, ama ben şimdiye dek (yıllar yılı içimde biriktirerek filan) şunu öğrendim:
Hayatta böyle keskin kategoriler yok.
Gülben’in isyan ettiği o şey
Gülbence bir kişisel gelişim kitabı olan “Öğrendim ki”nin satır aralarında tek bir isyan belirtisi var. O da şu:
“Neden evlenme meraklısı bir toplumuz biz?
Neden evlenmek özellikle genç kızlarımız için bir mertebe, bir övünme meselesi?
Bu ne paslı, tozlu, eski bir baskıdır...”
Paylaş