Gribal durumlarda hep derler, "Yatman lazım, yoksa hayatta geçmez".
Tamam da yat yat, nereye kadar? Sıkılıyor insan, hele benim gibi dakikada bir her şeyden sıkılan biriyse... Evet, anladığınız üzere burun salya sümük, elde Benical’ler, Minoset’ler eve kapanmış durumdayım. Bütün bir gün ve geceyi uzun süredir evde geçirmemiştim, hiç soluksuz.
Acayip bir duyguymuş. Bir kere bütün kanalların yayın akışını ezberliyorsun.
Arada hoş diziler, filmler keşfedip izliyorsun.
Bonnie&Clyde mesela. Bir de Ally McBeal’in eski bölümleri (Tam da Tina Turner’lı bölümüne denk geldim, çok eğlenceliydi).
Derken olmadık sorular beynini kemiriyor. Misal, "Tina Turner neden ortalıkta yok?" o sorulardan biriydi.
Böyle böyle saatler geçiyor tabii. Kah yarı baygın yatıyorsun, kah "E, akşam çıkacak mısın" diye pür neşe seni arayan eşe dosta kibarlığı elden bırakmadan böğürüyorsun: "Ben evdeyim bu gece!"
Aynı kişiler yani... O zaman dışarı çıkıp durumuma hiç aldırmadan gribalce eğlensem mi? Bu satırları yazarken hala kararsızım.
Tek dışarı çıkma eylemim bu saate kadar şu oldu: Çorba içmeye gitmek!
Evet, bir çorba yapanım bile yok. Acınacak durumdayım. Gerçi çorba yapmayı teklif etmeyen olmadı değil, ama gururlu bir Türk genci olarak reddettim, "İyiyim yahu, ne çorbası?" filan diye çemkirerek...
Bulduğum çorbacı ise hemen dibimdeydi tabii. Cihangir’de yeni açılan Çorba&Ekmek.
Sadece çorba yapıyorlarmış burada gerçekten, bir de sandviçler, sebze tabakları...
Ben bir tane minestrone, yani İtalyan sebze çorbası içtim. Aslında çorba değil, basbayağı yemek gibiydi. Çünkü çorbanın içinde yok yoktu: Kereviz sapı, kuru fasulye, havuç, patates ve şu an aklıma gelmeyen birkaç faydalı malzeme daha.
Çorbanın yanında gelen ekmekler de pasta gibiydi, çorbaya bandırmaya kıyamayacağınız türden. Bu arada Çorba&Ekmek gece yarısı da açıkmış. İçki sonrası mideyi demlendirmek için iyi bir seçenek yani. Hafta sonu 04.00, hafta içi 01.30’a kadar Çorba&Ekmek’in derin kaselerinde çorbalanmak mümkündür.
Aslında devam etmek, hatta "çorbanın gribal insan üzerindeki psikolojik etkileri"ne girmek isterdim, ama biliyorum ki ben salya sümüğüm diye tüm okurların aynı hissiyat treninde yolculuk ettiğini düşünmem bencillik olur. Daha fazla salya sümük itiraflara girmeden bu hastalıklı satırları burada bitirmek lazım.
Diyorum. Dedim.
Kümelerden küme beğen
Hemen gündem topuna girelim (Ali topu at, Ayşe çocuğun topunu ver kızım).
Bence Hülya Avşar ve Show TV muhabiri arasında yaşanan olayda H.A haksız.
Çünkü muhabir sorusunu sormadan önce H.A, "grup" lafını zaten zikrediyor.
Yanı sıra anlatıyor tüm özel hayatını bla, bla, bla şeklinde. O kameraya bu kameraya...
Dolayısıyla muhabirin böyle bir soru yöneltmesi niye garip, çok fena, aman da ne aşağılayıcı geliyor herkese, anlamış değilim. "Grup" deyince "grup seks"in akla gelmesi, algılanması da muhabirin sorunu değil. Herkes dilediği şekilde algılayabilir.
İlk elde bu şekilde algılayanlara da hatta "pes" demek gerekir.
Ne deseydi kötü olmazdı mesela: Küme? Küçük topluluk? Cemaat?
H.A’nın soru sonrası tavrı ise daha fena. Muhabirin yüzünü okşamaya çalışmalar, küçümsemeler, patrona şikayet etmeler, pöf de pöf yani... Kirli bir tavır, tamamen.
Bu arada Saba Tümer’in sabah programında konuklardan Nurgül Yeşilçay, bu olay tartışılırken Show muhabiri için bir ara, "Biz ona kendi aramızda Yarmagül deriz" diye bir laf etti.