Filmin adının “Sosyal Ağ” olduğu halde kimsenin filmi bu isimle hatırlamadığını... Herkesin “Facebook filmi mi?” dediğini...
Justin Timberlake’in iyi bir oyuncu olduğunu... Çünkü göründüğü ilk dakikadan itibaren Justin Timberlake olduğunu unutturuyor. Havalı, hoppa, entrikacı ve anarşist Sean Parker karakteri olarak yüzde yüz inandırıcı JT.
İkizlerin temsil ettiği ilkelerin -ne acıdır ki- günümüzde hayli demode olmaya başladığını... Bir yanda ne olursa olsun centilmen olmaya/kalmaya çalışan klasik, gelenekçi, başarılı, disiplinli, sportif ve etikçi ikizler. Öte yanda Mark’ın ve çevresindekilerin kural tanımayan, kafa tutan, bir haftada değil bir saniyede değişen hırslı ve yenilikçi dünyaları.
Harvard mottosunun esasen “buradan çıktığında iş bulmaya çalışma, kendi işini yarat” olduğunu...
Mark Zuckerberg’ün bir pislik mi yoksa pislik olmaya çalışan biri mi olduğuna karar vermenin hayli zor olduğunu... Çünkü en iyi arkadaşına yaptığına bakınca diyorsun ki, bir pislik. Ama sonra üzüldüğünü görünce diyorsun ki, yok yok sadece öyle olmaya çalışıyor.
Çok klasik ve çok klişe ama, en verimli öfkenin terk edilme öfkesi olduğunu... Çünkü Mark, ne zaman ki Erica tarafından terk ediliyor. Hikaye o zaman başlıyor. Öfkesinden kudurup üretmeye başlıyor.
Yine klişe ama, ne kadar paran ve kariyerin olursa olsun seni terk edeni, sana “umrunda değilmiş” gibi davrananı ve ilk göz ağrını asla ve asla unutamayacağını...
Karşındaki kişiden nefret etsen de, eğer zekice bir iş kotarmışsa asla kayıtsız kalamayacağını... Bakınız çarpıcı misal: Mark’ın blogunda “sürtük” ilan ettiği Erica da eninde sonunda Facebook üyesi oluyor.
Bilgisayarla haşır neşir hiper zeki tiplerin takip etmesi zor bir serilikte konuştuğunu... Ve olmazsa olmazlarının kapüşonlu sweatshirt olduğunu...
Bitmek bilmeyen konuşma balonları şeklinde geçen bir filmi başından sonuna kadar izlettirmenin David Fincher’a has bir başarı olduğunu...
Ve klişelerin klişesi ama, tüm olayların altında yatan esas gerçeğin seks olduğunu ve arkadaşınla asla iş yapmaman gerektiğini...
Öneriler dünyası, züğürdün rüyası
1. Ali Ağaoğlu ve Sinan Çetin’e öneri: Bir sonraki reklam filmlerinin mekanı Sinangir olabilir. Malum, Cihangir’de edindiği daire/apartman sayısının çokluğu yüzünden Sinan Çetin’in Plato’sunun da bulunduğu Cihangir böyle tanımlanmıştı zamanında. Ali Bey bu yeni reklam filminde Cihangir’e özel bir residence yaptıracağını müjdeleyebilir. Her katında (olmazsa olmaz) kafe olan bu residence’ta ev satın almanın bedelini de şöyle cazip kılabilir Ağaoğlu: Herkese prime-time bir dizide üç bölümlük rol hakkı... 2. Hangi yabancı gençlik dizisinin yerlisini yapsam diye düşünen yapımcıya öneri: Elbette Glee! Bir bölümde Hande Yener, bir bölümde Demet Akalın, bir başka bölümde de Ajda Pekkan şarkıları işlenir... Yerli Glee’nin çok eğlenceli olacağı aşikar. Peki bizim o kadar iyi şarkı söyleyen genç oyuncularımız var mı? Hemen aklıma müzikal deneyimli biri geldi bile: Ayça Varlıer.
Ahh Belinda!
Konser afişlerini gördüğümden beri o şarkıyı mırıldanıyorum: “Circle in the Sand”. Hayır, çok popüler olmuştu ama dillere pelesenk olmuş La Luna’yı o kadar sevmiyorum, sevmedim. Heaven On Earth, Summer Rain ve Vision Of You çok ama çok daha sağlam hitlerdi. Ah evet, o güzel kızıl saçlı (ve de karizmatik sesli) kadından bahsediyorum; Belinda Carlisle’dan. 6 Kasım’da İstanbul’da, Maçka Küçükçiftlik Parkı’nda konser verecekmiş Belinda. Göreceğiz bakalım Belinda nasıl, ne halde ve o şarkıları tekrar duyunca neler hissedecek deli gönül?