Paylaş
Aylardır dilimizde bir “açılım” sözcüğü var ya, artık ilgili-ilgisiz her manşette, her yazıda bir şekilde okuduğumuz.
İşte bugün vizyona giren “Uzak ıhtimal” filmi tam da bu “açılım” lafı üzerine kurulu.
Ama hayır, Kürt/Türk/Ermeni/şu-bu açılımından değil, bambaşka bir açılımdan bahsediyor film.
Karşı tarafa sevdiğini çok geç olmadan söyleyebilme açılımından...
Herhalde memleketin en büyük lavabo tıkanıklığı budur.
Bırakın aşık olduğunuz birine hemen açılmayı, ailenize/arkadaşlarınıza bile kolayca duygularınızı açıp saçabiliyor musunuz? Pek sanmam.
“Uzak ıhtimal”, tüm bu açılımsızlığı/sıkıntıyı çok şahane özetliyor.
Az ve öz diyalogla, tamamen görüntüye kendini yaslayarak/detaylarla hikayeyi nakış gibi örerek. Bazen bile isteye seyirciyi sıkarak bazen de sabırsızlandırıp
“Hadi be adam! Artık açıl şu kıza” diye sinirlendirerek...
Filmde en çok iki adamın iki-üç kez tekrarladıkları şu diyalog hoşuma gitti: Biri diğerine diyor ki, “Ona söyleyecek misin?”...
Öteki “Hayır” diyor, “şimdi olmaz”...
Beriki soruyor, “Neden?”... Öteki yanıtlıyor: “Öyle işte. Öyle icap ediyor...” Beriki durmuyor ama: “Sebep?”
SON SÖZDEN BİR ÖNCEKİ SÖZ: Tek bir eleştirim var. Kadın karakter rahibe adayı, erkek karakter müezzin olmasa da olurmuş. Farklı kimliklere/mesleklere de sahip olabilirlermiş.
Kısacası filmi “dinsel açıdan ihtimalsizlik” olarak değerlendirmek manalı gelmiyor.
SON SÖZ: Filmin yönetmeni Mahmut Fazıl Coşkun. Evet, Ahmet Hakan’ın kardeşi. Ama filme bu etiketle yaklaşmak, “Bakalım ne yapmış Ahmet Hakan’ın kardeşi” diye izlemek kendisine haksızlık olur.
Bu mekana erişim engellenmiştir
Nasıl zırt pırt internet sitelerine erişim yasağı geliyor, bana da bazı mekanlar yasak koyabiliyor.
“Hayır giremezsin” diyorlar, kapıdan geri çeviriyorlar.
Siz de sanıyorsunuz ki, ben her yere öyle elimi kolumu sallayarak giriyorum. Yok öyle, çok zor bu iş çoook.
Zamanında Reina’dan şapkalı olduğum için geri çevrilmişliğim, yanımızda “dişi” bulunmadığı için Sortie’ye alınmak istenmediğim, “Paris Belediye Başkanı aha burada eğlendi” diye yazdığım için Tek Yön’lerden veto yemişliğim olmuştu.
Ancak ilk kez bir mekan bana tamamen erişim yasağı koydu.
Olay salı gecesi gerçekleşti. W Lounge’daki FHM dergisi partisinden kopup Longtable’daki salı partisinde ne var ne yok diye bakmaya gelmişiz arkadaşlarla.
Tam kapı önündeyiz. Bir gazeteci arkadaşımı gördüm, sohbete başladık. Birden ızzet Çapa gayet sert bir ifadeyle kapının önüne dikilip“Bu mekana giremezsin, almıyorum seni” diye çıkıştı bana.
Herkes gibi ben de şaşırdım tabii, bu köpürgen tavra.
“Peki” dedim sakin bir şekilde, “Mekan senin, ister alırsın ister almazsın”.
Tekrar arkadaşımla sohbete döndüm, ama Çapa hâlâ kızgın, konuşuyordu.
Sonuç olarak, eyvah niye içeri alınmadım diye delirecek değilim. Hiç öyle bir yapım yoktur, umursamam.
Ama bu öfkeli ve saygısız tavrı da anlamış ve de hak etmiş değilim.
Hüseyin Çağlayan’a ne olmuş
Gerçekten ne olmuş öyle? O sakallı, kel, mazbut, utangaç, kendi halindeki adam gitmiş, Batman’lerdeki kötü adamlardan biri olmuş! Saç ekilmiş (ya da peruklanmış), yüz genişlemiş (belki de botokslanmış), kaşlar incelmiş, 50’li yıllardaki gibi ince bıyık bırakılmış, feminen bir duruş gelmiş, filan...
Çağlayan’ı görür görmez, David Lynch’in “Kayıp Otoban” filmindeki beyaz suratlı ürkütücü Mystery Man’i ve sessiz sinema döneminin Alman korku filmlerindeki karakterleri hatırladım.
Kısacası hayli korku filmi buldum bu halini.
Dikkat çekiyor mu? Çekiyor. Orası ayrı mevzu.
Ah bir de: Gallianomsu bir hal de sezdim. Onu da söylemeden geçmeyeyim.
Paylaş