Antalya Havaalanı’ndan The Marmara Antalya’ya doğru gidiyoruz.
Sanki olacakları önceden sezmişim gibi, Berna Sağlam’ın üç buçuk ay sonra doğacak oğluna durup dururken "Sağanak" ismini öneriyorum. Berna gayet net, "Olmaz, içinde yumuşak g harfi var. Telaffuzu zor. Global bir isim olmalı" diyor.
Haklı tabii, ama altıncı his böyle bir şey galiba: Nitekim otele vardığımız gecenin sabahında bol sağanaklı bir güne uyanıyoruz! Yer gök inliyor şimşeklerden...
Tabii İstanbul’dan bir heves gelip "He he, denize filan da gireriz" diye umutlanan fani medya bedenlerde bir hayal kırıklığı. Herkeste bir "göze geldik ağbi" hissiyatı...
BU YEMEK KAÇ PUAN?
Neyse ki The Marmara Antalya’cılar bol "puanlı" bir program yapmışlar. O sağanaklı günde öyle oyaladılar bizi. Kah kokteyllere puan verdik kah akşam yemeği ya da öğle yemeği menüsüne.
Bu puanlı yemek testini başım hálá (belki de psikolojik bilemem) fır fır dönerken yaptım tabii. İşte şimdi başlıktaki olaya geliyoruz.
Ama önce bir ayrıntı: The Marmara Antalya iki binadan oluşuyor. İlk bina 214 odalı bildiğimiz otel. İkincisi, yani "revolving loft" ise dünyanın ilk ve tek dönen oteli (fotoğrafta 2 numaralı olan).
Peki nasıl dönüyor bu bina? Hemen aydınlatayım sizi (engin bilgimle).
Loft’un yerin altındaki üç katı su altında. Yani koca binaözel bir havuz sistemi içinde 478 ton su eşliğinde yüzdürülüyor! Kısacası hikayenin özü, suyun kaldırma kuvveti.
Dönme hızı ise ayarlanabiliyor. Binanın altına takılan motorlar sayesinde en az iki, en fazla 22 saatte bina tam tur dönebiliyor.
Bu fiziksel açıklamalardan sonra gelelim bana neler olduğuna. Sağ olsunlar, Berna Sağlam ve Fem Güçlütürk bizi bu özel yerde ağırlamak istemişler.
Ama yatağa yattığım andan itibaren beni aldı mı bir dönme!
Hadi gece alınan bilmem kaç promil alkolün de etkisi olabilir. Ama alkolden başımın döndüğünü hiç hatırlamam ki!
Sonradan duruma ayıyorum, bu bina pır pır dönüyor işte. Sabaha kadar "dünya dönüyor sen ne dersen de" şarkısındaki yüzyıllık tezi haklı çıkarırcasına kendi etrafımda dört dönüyorum (Meğer bina iki saatlik tam tura ayarlanmış. Yani en hızlı olanından).
Sonrası? Ana binaya, yani sabit olana transfer oluyorum. Benim gibi "beyni dönen" sevgili Esra Aysan da öyle. Diğer arkadaşlar maşaallah turpella, "A, ne oldu ki" filan diyorlar.
Sabit binadaki odada resmen huzur buldum. Üstelik yeni odama taşındığımın sabahında güneş açtı. Ve (çivi gibi soğuk) denize girdim. Deniz sezonu açıldı yani nezdimde. Hadi bakalım...
Dogville filmindeki gibi ’yaşam alanı’
* Otelde "yaşam alanı" olarak tanımlanan Tuti diye bir kat var.
Burada kütüphane, internet, cafe, restoran bir arada. Bu yüzden herkesin aynı anda ne yaptığını dikizlemek mümkün. Tuti’nin bu hali bana Trier’nin "Dogville" filmini anımsattı. Filmi izleyen hayal edecektir. Dogville şehri bir dekordan ibarettir ve evlerin duvarı ya da kapısı yoktur. Haliyle her şey açıktadır: Yemek yiyen, sevişen, oyun oynayan... Tamam tamam, Tuti’de uluorta sevişen yoktu tabii. Abartmayın... Dogville dediysek.
* Otelden plaja gitmek için önce asansörle deniz seviyesine iniliyor. Sonra da falez içine oyulmuş 70 metrelik tünelden geçipdenize ulaşılıyor.