Dereden tepeden

Hep bu toplum için "belleksiz" derler ya, hani iki gün sonra unutur her şeyi...

Ama şu sıralar takıldığım Marc Auge’nin "Unutma Biçimleri" kitabında bakınız ne diyor: "Unutmak toplum için olduğu kadar birey için de bir zorunluluktur".

Kitabın anahtar cümlesi ise daha çarpıcı: "Bana unuttuğun şeyi söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim".

Sloganvari, ama doğru valla. Unuttuğum şeyleri hiç sıralamasam daha iyi. Nasıl biri olduğumu ele verebilirim.

Elle’in ocak sayısının kapağındaki Meltem Cumbul’u önce tanıyamadım. Fotoşopdan mı yoksa makyajla özellikle kalınlaştırılan kaşlarından mı bilemiyorum. Ama iki yıllık L.A. yaşamının Meltem’e yaradığı bir gerçek. Çünkü müthiş formda. Röportajında söylüyor zaten, "Neredeyse haftanın beş günü spor yapıyordum. Herkes görüntüsüne takıntılıydı. Kendim için iyi bir şey yapmış olsam da, spor bana Los Angeles’ın dayatmasıdır" diye. Bu arada burnunu da estetik yaptırmış gibi duruyor.

Los Angeles iyi görünmeyi ve sağlıklı/güzel olmayı dayatıyorsa İstanbul’un dayattığı şey ne olabilir? Bence şunlar: "Paralı ve her daim şık görünmeye çalış. Agresif/pratik ve hızlı ol". Çünkü bu şehir yavaşlığı/kibar olmayı/az biraz salaşlığı kabul etmiyor bünyesine...

Sinan Çetin ve Ahmet Hakan aynı noktada buluştular. İkisi de Yavuz Turgul’a başka sebeplerden "kıl" ya da yazdığı senaryoları eleştiriyor. Evet Turgul kendini saklıyor, senaryosunun kırpılmasına filan izin vermiyor, ama senaryo matematiğini/çatışmasını ne olursa olsun iyi kuruyor. Hep aynı tarz "çatışma"lara (eski ve yeni) yer vermesi ise belki bir takıntısı/özelliği. Bu da acımasızca yerden yere vurulmasını gerektirmiyor.

Senaryo demişken, Woody Allen’ın son filmi Cassandra’nın Rüyası’nın senaryosu nefis. Birbirine zıt iki kardeşin (Colin Farrell ve Ewan McGregor) bir cinayet nedeniyle başına gelenler, başından sonuna kadar heyecanla izleniyor. İzlemediyseniz hálá, mutlaka gidiniz derim.

Ve yılbaşı ertesi yorgunluk atmak için gidilesi mekanlar: Mayadrom Alışveriş Merkezi’nin içinde Levent Penso’nun açtığı Cafe Clementine, makul fiyatlarla iyi yemeklerin yendiği Anadolu Yakası’nda üç şubesi birden bulunan Happy Moon’s, 7/24 açık olan Chocolate (Bakırköy Capacity’de yeni bir şube daha açmışlar. Evet, yeni moda zincir olmak), Bebek Koru Kahvesi ve hemen yanındaki Pearl.

Dip 3

3. NİHAT DOĞAN: Kendisi bir sonraki yılın erovizyonuna katılmak istiyormuş. Gerekçesi de şu: "En genç ve en Avrupai duran benim". Katılıyorum. Ama hiç şarkı söylememesi şartıyla.

2. SEDA-İBRAHİM-BÜLENT: Üçünün de fena halde yüzleri eskidi. Hep ekranda varolmak zorunda hissediyorlar kendilerini. Oysa yaptıkları işler artık eskisi kadar tutmuyor. Bakınız, en son Bülent’in tek başına olduğu program yayından kalktı. İbo’nun durumu malum... Yeni yüzler gerek nitekim.

1. CATBOOK VE DOGBOOK OLAYI: Facebook’un içinde bir de bu çıktı. Artık profilinize, varsa eğer kedi ya da köpeğiniz, onların profilini de koyabiliyorsunuz. Kedi ve köpek sahipleri birbirleriyle kedi-köpek diliyle (nasıl bir dilse o artık) mesajlaşıyor, arkadaşlık kuruyorlar. Zavallı hayvanları flört için kullanıyorlar yani, pek fena. Benim anlamadığım, mesela evinde balık ya da tarantula örümcek besleyen napsın? Onların canı patlıcan mı? (diye gayet klişe bitiriyorum bu meseleyi de...)
Yazarın Tüm Yazıları