Cilalı imaj devrinden nerelere geldik

90’lı yılların kült kitabıydı Can Kozanoğlu’nun “Cilalı İmaj Devri”.

Haberin Devamı

1980’lerden 90’lara hızla değişen Türkiye’yi ve yeni starlarını mercek altına alan kitapta Mustafa Denizli’den Turgut Özal’a, İbrahim Tatlıses’ten Sezen Aksu’ya dönemin sembol isimleri üzerinden toplumu okuyordu Kozanoğlu. Geçenlerde bu kitabı yeniden okurken fark ettim: Peki bu kitaptan yıllar sonra, şu an yaşadığımız devir nasıl bir devir? Neler değişmiş? Ya da değişmemiş? Kendimce toparladım, buyrunuz...

BEN SANA FENOMEN OLAMAZSIN DEMEDİM...

*Kozanoğlu o yılları anlattığı kitabının giriş yazısında şöyle yazar: “Tepeden imajlar yağarken, gerçekle imajın birbirine karıştığı yıllar yaşandı.”
Şu an yaşadığımız da farklı değil. Ayrılan tek nokta şu:
Artık herkes kendi kendinin bir imajı. Birilerinin imaj yağdırmasına ihtiyaç yok.
Çünkü günün sonunda sosyal medya hesabından yazdığın afili bir cümle ya da spor salonunda verdiğin fit/havalı görüntüyle akılda kalıyorsun.
Devir öyle bir devir: İmajını kendin oluşturup fenomen olma devri. Ne kadar takipçi ya da like’ın olursa o kadar varsın, o kadar sahnedesin, o kadar konuşulursun.
Bu yüzden herkes birer star ve bu uğurda “günde en az üç post” yayınlamakla mükellef sosyal medya memuru.

Haberin Devamı

Cilalı imaj devrinden nerelere geldik


ŞİMDİNİN ARABESKİ YERLİ DİZİLER

*Cilalı İmaj Devri’nde arabesk hayatın incelendiği bölümün kahramanı elbette İbrahim Tatlıses’ti.
Şimdi İbrahim Tatlıses kadar etkili bir figür yok.
Magandalar-enteller kapışması da bitti.
O kapışmanın yerini daha uçurum bir kelime aldı: Kutuplaşma.
Arabesk hayat ise bitmiş değil, artık yerli dizilerde hüküm sürüyor.
Lüks villalarda yaşayıp lüks otomobillerden inmeyen mutsuz ve mutlaka bir doz kötülüğe sahip zenginlerin yolu eninde sonunda yoksul ama gururlu karakterlerle kesişiyor dizilerde.
Böylece her seferinde büyük aşklar, büyük nefretler, büyük travmalar, büyük aile kapışmaları yaşanıp gidiyor.
Dön dolaş aynı şey yaşansa da bu parlak kısırdöngünün alıcısı da büyük:
Diziler yeni dizileri, onlar da yeni arabesk starlarını doğurup duruyor.
Bu yüzden azıcık eli yüzü düzgün tüm gençlerin ortak kariyer hayali bugünlerde sadece bu:
Bir diziye kapak atıp hemen zengin ve ünlü olmak.
Kıvanç’lar, Kenan’lar, Beren’ler gibi...

AĞLAMA BEBEK, SANA ÖZGÜVEN YAKIŞIR!

Haberin Devamı

Cilalı imaj devrinden nerelere geldik


*Kozanoğlu’nun kitabında Ahmet Kaya ve onun temsil ettiği değerlere de önemli bir yer ayrılmıştı.
“Tele-Kart alamayanların kırmızı kartlı sesi, kentli yoksulların menzilsiz isyanı” başlığıyla.
Tele-Kart’ı bilmeyenler için hatırlatalım:
Yapı Kredi’nin çıkardığı kart, o dönem bu bankanın reklam filmleriyle popüler olan (“Bay Pardon” olarak hafızalara kazınmıştı) Kaan Girgin sayesinde herkesin diline düşmüştü.
Bir yandan evet, 90’larda banka reklamları coşmuştu.
Bay Pardon yine en masumuydu, sonradan “Macit Beni Otomobillendir” diyen erotik İmar Bankası reklamıyla baştan çıkacaktı Türkiye.
Şimdinin fetişi ise ne banka kartları ne de onların reklamları.
Kentli yoksulun da über zenginin de ortak fetişi akıllı telefonlar.
iPhone’un yeni modelini herkesten evvel Amerika’dan alabilmek havalı bir şey artık.
Ahmet Kaya ve özgün müzik diye adlandırılan şey ise çoktan bitti. Kentli yoksulun tutunduğu Ahmet Kaya gibi biri yok.
Onların kahramanları Arda Turan ve Acun Ilıcalı.
Ayrıca devir, ne olursa olsun tarz olma, kendini ortaya döküp saçma, olmayan özgüvenini dağlara taşlara yazdırma, asla ve asla ezik olmama/görünmeme devri.
Her gün ekranda egolarını çarpıştıran bu stil benim kızları bu çarkın en görkemli örneği.
Ya da evlendirme programına katılıp “Ne kadar maaş alıyorsunuz? Bu parayla beni geçindirebilir misiniz?” gibi sorularla talibini boncuk boncuk terletebilmek esas geçer akçe.
Çünkü devir böyle:
Kimse kimseye tahammül edemediği gibi kimse kimsenin gözünün yaşına da bakmıyor.
Bu nedenle Ahmet Kaya’nın, “Ağlama bebek, ağlama sen, umut sende yarın sende, çok uzakta öyle bir yer var, o yerde mutluluk var bölüşülmeye hazır” sözleri bu devir için Lost’un adası gibi bir şey:
Gerçekçi değil. 

Haberin Devamı

Cilalı imaj devrinden nerelere geldik

Rezidansta otur ve şarap uzmanı ol!

Cilal İmaj Devri’nde Turgut Özal ve onun yarattığı “Bi ingilizce bi bilgisayar, bu devirde başka türlü yırtamazsın” eğiliminden
bahsedilir.
Bu şekilde yükselen, yükselmeye çalışan beyaz
yakalılardan da.
O dönem “bi ingilizce, bi bilgisayar” bilmekmiş yükselmenin/yırtmanın kodları.
Şimdi ise başka: Günümüz beyaz yakalıları için etiket her şeyden önemli.
Misal 1: Ankastre mutfaklı bir oda bir salon gıcır rezidansında sabah erkenden uyanıp personel trainer’la spor yapmak.
Misal-2: Akşam yemeğinde yurtdışından gelen yabancı ortağa şarap konusundaki engin bilgilerini aktarmak...
İşin kadın versiyonunda ise durumlar karışıyor: Mutlaka ama mutlaka kendine iyi bakmak ve ucundan bir yerinden estetik operasyon işlerine bulaşmak...

Haberin Devamı

Sezen usulü aşklar bitti, yerine ne geldi

Evlere “yaşanamayan aşk” servisi yapılır...
Can Kozanoğlu kitabında Sezen Aksu’nun o yıllarda temsil ettiklerini bu başlıkla yazmıştı.
Şimdi ise evlere yaşanamayan aşk servisi yapan birine ihtiyaç yok.
Çünkü aşk denen şey zaten elimizde avucumuzda, yani telefonumuzda. “Şöyle birinden bahsettiler, Instagram’ına baktım, hiç beğenmedim” deyip burun kıvırıyoruz mesela.
Aslında aşk değil, statü arkadaşı arıyoruz.
Bir de hızlı yaşıyoruz, hüzne/aşk acısına hiç vakit yok. Hüzün, trafikte saatlerce kalmak gibi bir şey, çok sıkıcı algılanıyor.
Bu nedenle Sezen Aksu’nunki gibi hüzünlü aşk şarkıları yok.
Devir gençliğinin de kafası karışık hani:
Hem “Follow me follow me, aşk benimle burada, şeker mi şeker tadı var dudaklarımda” diyen Ece Seçkin gibi gönül eğlendirmek istiyor.
Hem de, “Bu şarkı kalbimin tek sahibine, ömürlük yarime” diyen İrem Derici gibi bir an önce evlilik/bir yastıkta kocamak hayalleriyle yanıp tutuşabiliyor.

 

Yazarın Tüm Yazıları