Paylaş
Ne çizecekleri, yazacakları, dahası kapaklarının ne olacağı merak konusuydu.
Cumhuriyet Gazetesi kapağa yer vermeden Charlie Hebdo’nun son sayısından dört sayfalık bir seçki yayınlamaya kalktı, ortalık bildiğiniz üzere karıştı.
İnternette ise T24 sitesi, Charlie Hebdo’nun son sayısının tamamını Türkçe olarak yayınladı. Ben orada okudum.
Charlie Hebdo’cuların tüm olan bitene rağmen her şeyle dalga geçebilme özelliklerini yitirmedikleri bu sayıda da apaçık görülüyordu.
Giriş yazısında mesela şöyle demiş Charlie’ciler, özellikle son cümlede çok güldüm:
“Tanrıtanımaz gazete Charlie bir haftadır tüm peygamber ve azizlerden daha fazla mucize gerçekleştirdi. Mucizeler arasında bizi en çok güldüren ise Notre Dame Kilisesi’nin çanlarının bizim şerefimize çalması...”
LAİKLİK VURGUSU
Derginin giriş yazısının ciddi yerleri de var tabii.
Laikliğe özellikle vurgu yapılan kısım gibi:
“Ancak laiklik sayesinde vicdan hürriyeti sağlanabilir. Ancak laiklik sayesinde ironik bir şekilde inanç sahipleri ve diğerleri barış içinde yaşayabilir.”
FEMEN ÇALARSA OLUR...
Yazının sonunda ise yine gülümseten bir Papa’ya sesleniş mesajı var: “Bu hafta Charlie olan Papa François’ya da bir mesaj göndermek istiyoruz: Notre Dame Kilisesi’nin çanları bizim için çalacaksa tek bir koşulda kabul edebiliriz: O da zangoçluğu FEMEN grubu yapacaksa...”
Mandalina kabuğu inceliği
Ünlü Avustralyalı oyuncu Cate Blanchett, sessiz sedasız İstanbul’a geldi ve gitti.
Rehberi Cenk Kınalı’nın onun ardından sosyal medyaya yazdığı şu cümleler dikkatimi çekti:
“İki Oscar sahibi dünyanın en iyi kadın oyuncularından biri olacaksın, sonra şoföre teşekkür etmeyi unuttun diye geri döneceksin.
Etrafta çöp kutusu yok diye ‘Mandalina kabuklarını cebime koyayım, cebim güzel koksun’ diyeceksin.”
Mütevazı stara alışık değiliz, orası kesin.
Bizimkiler hep biraz gergin, fazla havalı ve “Ay, dur makyajsızım, çekme!” ruh halindeler...
Peki o mandalina kabuğu inceliğine ne demeli?
En çok bu detaya bayıldım.
Etrafta pek az (hatta bazı yerlerde gerçekten hiç yok) çöp kutusu olmaması ise bizim utancımız.
Özür dileriz Cate.
Yeni bir İtalyan daha
İtalyan mutfağı restoranlarından ya da mönüsü İtalyan ağırlıklı olanlardan gına geldi diye düşünürken yolum önceki gece yeni bir İtalyan’a düştü: Etiler’de açılan La Scarpetta’ya.
Koca bir villa ve arka bahçesine sonradan yapılan çıkma katla büyük bir restoran burası.
İçine girer girmez yanımdaki arkadaşıma aydınlatma konusunda çemkirdiğimi itiraf etmeliyim.
Çünkü içerisi gereğinden fazla aydınlıktı.
Üstelik beyaz aydınlatma, tam bir kabus!
Garsonlardan rica ettik, sağ olsunlar kıstılar aydınlatmayı biraz.
Zaten hali hazırda ambiyans konusu es geçilmiş mekana kendiliğinden bir hoşluk geldi böylece...
Ama bizim mekanlarda genel sorun bu.
İnsanlar yediği yemekteki her bir detayı dahi görsün ya da öteki masaları rahatça dikizlesin diye sonuna kadar açılıyor aydınlatmalar.
Sonuç: Hastanede miyiz restoranda mı?
Peki La Scarpetta’nın yemekleri nasıl?
Bir gurme(can) filan değilim, ama yüzyıllardır (önceki yaşamlarımda da filan) dışarıda yiyip içen bir kulunuz olarak söyleyeyim:
Çok bayılmadım, ortalamaydı.
Şunu ekleyeyim ama: Masalarda iş dünyasının önemli isimleri vardı.
Mesela Cem Boyner, mesela Bülent Eczacıbaşı...
Malum, bizde restoranın kendisinden çok oraya kimlerin gittiği bazen daha önemlidir ya.
Paylaş