Paylaş
Ykisine de hafta içinde, arka arkaya gitme imkanı buldum.
Yşte çıkan kısmın raporu...
ÖNCE AL BUSHRA
Hilton Oteli’nin tepesinde yer alan mekanın manzarası müthiş. Yemeğe geçmeden önce bar kısmında takılıp manzaraya karşı demlenmeye başlamak bu yüzden ekstra şahane.
Al Bushra bir Lübnan restoranı ya, haliyle içeride Ortadoğu esintileri taşıyan bir dekorasyon bekliyorsunuz. Ama yok, pek uğraşmamışlar. Yere dört-beş tane halı atmışlar.
Bir iki tane de -daha çok Fas’ı filan anımsatan- aydınlatma kondurmuşlar. Sadece yuvarlak sinili sofra düzeni Lübnan restoranına geldiğinizi hatırlatıyor, o kadar. Ya özellikle yapmışlar böyle ya da bütçe kısıtlıydı, bilemiyorum.
Bütçe demişken, fiyatlar gayet makuldü. Bir otelin içinde yer alan restoranın genelde daha pahalı olması beklenir ya, o bakımdan. Meğer otel işletmiyormuş, Dragon işletiyormuş Al Bushra’yı. Güzel hareket...
Önden gelen Lübnan usulü mezeler, sonra yediğimiz etler; hepsi çok iyiydi. Doyduk taştık diyebilirim. Bir tek içli köfte Beyrut’ta yediğim gibi değildi. Zaten Beyrut’ta içli köfteyi bir sosa banıp yemiştim. Sosun adını hatırlamıyorum ama nasıl şahaneydi, unutamıyorum.
Mekanın sigara içme bölümü çok iyi düşünülmüş bir yerde. Yine manzaraya karşı, özel bir balkonda içiyorsun sigarayı.
Ben öyle lezzet delisi filan olmadığım için bir süre sonra mekanların ambiyansına, dekorasyonuna takılıp kalıyorum.
Bu bakımdan, Al Bushra’nın yemekleri iyi, ama ambiyansı bir o kadar ölü! Hani arkadaşlarımla hararetli bir sohbete dalmasak, oracıkta uyuyabilirdim o yemeklerden sonra.
Son olarak; ünlü olarak biri var mıydı içeride? Vardı. Ben geç fark ettim, meğer Seren Serengil de oradaymış.
?YMDY DE CIPRIANI...
Çok şık ve çok aydınlık!
Şık, çünkü mekanın girişi etkileyici, girişten sonra karşınıza çıkan barı da öyle. Vayy oluyorsunuz, “bu barda saatlerce oturabilirim!”
Ki yemek öncesi biz epey oturduk barda. Bellini ve beyaz şarap içtik. Ama küçük şarap kadehlerinden nefret ettim. Balon kadehler nefistir oysa. Elinde tutmaya doyamazsın. Ama bu minik kadehler biraz ucube mi ne?
Ne demiştim bir de? Hah evet, çok aydınlık demiştim. Ama bütün Cipriani’ler öyledir, çok aydınlıktır içerisi” demeyin.
New York’taki Cipriani
Downtown (West Broadway’de-ki) hiç de bu kadar hastane aydınlatmasında filan değil-di. Daha makul bir aydınlatmaya sahipti. Ystanbul şubesinde karşı
masadakinin botoksa rağ-men hâlâ kırışabilen yüzünün gözenekleri seçiliyor, o derece...
Mönüde gittiğiniz günün tarihi yazıyor. Çünkü mönü günlük olarak değişiyor. Tamamen değil tabii, bazı yemekler giriyor/çıkıyor.
Türkler’in yanı sıra yabancı servis elemanları da çalışıyor. Eğer onlar sizin masayla ilgilenirse kendinizi bir hayli yurtdışındaymış gibi hissetmeniz mümkün. Zaten mönü de Yngilizce, uğraşmamışlar Türkçe’ye çevirelim diye...
Evet pahalı, ama Cipriani standartları için sanki normal böylesi. Misal: Kuşkonmazlı levrek yedim ben (“vahşi levrek” diye geçiyordu mönüde, niyeyse), 92 liraydı.
Ünlü var mıydı? Evet hem de her kesimden. Mehmet Ağar da vardı, Demet Akbağ da...
Aynı mekan, iki parti
W Oteli’nin lounge’unda iki gece üst üste parti vardı. Ylkini Elele Dergisi yaptı. 35. yaşını kutlamak için...
Partiden hatırladıklarım: Bir süredir sosyal hayata akmayan Deniz Berdan’la uzun uzun sohbet ettik. Yapmayı düşündüğü şapka tasarımları üzerine konuştuk...
Ali Ağaoğlu’nu gördüm, hayır yanında Sinan Çetin yoktu. Bu arada: Ali Bey’in Paris Hilton’lu reklam filmi projesi rafa kalkmış.
?irketinin bahçesindeki mini hayvanat bahçesini de konuştuk Ali Bey’le. Ceylanları özellikle. Evet evet, aynen. ?irketinin bahçesinde ceylanlar sekiyor Ali Bey’in. Hayli fantastik. Harikalar diyarı gibi bir yer...
Ertesi gece W Lounge’daki ikinci parti “Slim Moments”dı.
Bennu Gerede’nin “slim” temalı fotoğraflarının sergilendiği partinin starı elbette ünlü fotoğrafçının kendisi ve kocası Cem Büyükhanlı’ydı. Bu arada: Doğuş Çabakçor’un çaldığı müzikler çok iyiydi, sevdim.
Paylaş