Üç gün boyunca gribal unsur dolayısıyla eve kapanınca kendimi bir uzay kapsülünde yaşıyormuşum gibi hissetmeye başladım.
Dünyayla bağlantım internet, telefon, televizyon filan; ama geçiniz.
İnsan, şehir içine karışmayınca olmuyor. Benim tam bağlantıya geçmem lazım. Diğerleri ancak teğet geçiyor bir saatten sonra...
Gerçi kapsülün içine kapanınca duruma da alışıyorsun ister istemez.
Hep aynı şeyler tekrarlanıyor:
Üç öğün mecburen yat, arada bir ateşten kıvran, kafanı kaldıra-bildiğin zamanlarda internete bak, bir-iki mesaj at, dış dünya durumunu güncelle, bir-iki film izle, telefonla arayıp seni bir yerlere çağırana hep aynı bedbaht açıklamayı yapmaya çalış, onların yanıtı da hep “aaaaa neee domuz musun yoksaa?” gibi nidalar eşliğinde olsun, tekrar yat-tekrar kalk ve yeter şimdi ılık bir duş al...
Bu yazıyı ofisinde okuyan filan varsa “ne olursa olsun evde olmak iyidir ya” diyecektir, haklı olarak.
Evet, evde olmak bazen iyidir, ama işte böyle mecburiyetten kalıvermek hiç de seksi değil!
Diyor ve şimdi kapsülümden ayrılıyorum. Dışarda neler olup bitiyor bir bakıp geleyim ben...
Dışarda ne var?
İyi de nereye gideyim? Hani bu kez ben bile bilmiyorum.
Sudan çıkmış balık gibiyim. Gripten mi ne, salaklaştım hafiften.
Ama dışarı çıktığım için de gevrek gevrek gülümsüyorum.
Peki nereye gideyim? Var mı dişe dokunur bir şeyler?
İşte bu gecenin alternatifleri...
W Lounge’da -nedense- Miss Greece Betty Kourakou’nun ev sahipliğini üstleneceği bir parti var. Betty Hanım’ın dj’lik marifetleri de varmış. Sanırım kabine de geçecek. Güzel olabilir, Yunan parçaları eşliğinde hop hop hop...
Aynı istikametteki Al-Jamal’de Selami şahin çıkıyormuş. Selami şahin deyince hemen aklıma şu şarkı geliyor istisnasız: “Özledim teninin kokusunu özledimmmm...” Damar şarkılar, damar arabesk. Dibine dibine yani. Tehlikeli durumlar...
Beyoğlu’ndaki Hayal Bistro’nun alt katında ise Monopop grubu var. 80’lerin hit parçalarını da söylüyorlar, Rihanna’nın son şarkısını da... Repertuvar hayli pop ve eğlenceli...
Hayal Kahvesi’nde ise Özge Fışkın sahnede. Özge’yi ilk kez Ankara Manhattan’da izlemiştim. Albümünü çıkarmadan, Sertab’a vokal yapmadan çok çok önce... Tam bir kaplan yavrusudur sahnede. Hem sevimli hem de bir o kadar yırtıcı! Özge’yi sahnede görmeniz lazım yani. Hâlâ görmediyseniz, büyük kayıp...
Susan Boyle ve Sertab Erener
İngiltere’nin Popstar’ı “Britain’s Got Talent”ta izlediğimde sesine hayran olmuştum, dünyadaki birçok insan gibi.
Şimdi ilk albümünü çıkardı Susan Boyle: “I Dreamed a Dream”.
Albümün kapağında çok şık gülümsüyor Boyle, sahneye çıktığı o ilk pejmürde halinden de eser yok tabii.
Hatta yüzüne bir fotoşop ışıltısı gelmiş.
Bütün bunlar hikaye tabii. Albümdeki baladların hepsini şahane yorumlamış Boyle.
Bildik şarkılar da var albümde. Mesela Madonna’nın seslendirdiği “You’ll See”...
Bu arada Boyle’un albümü ıngiltere ve Amerika’da bir numaradaymış, çok satıyormuş.
Kısacası Boyle sadece “sesiyle” dünyayı fethetmiş durumda.
Ve bizden Sertab Erener... şu son iki single çalışmasında onun sesini yeniden sevdim. En son “ıncelikler Yüzünden” şarkısında çok seviyordum. Hatırlıyorum o dönemi...
Sertab’ın yazın çıkardığı single “Bu Böyle”de güzeldi, şimdi son çıkan “Açık Adres” şarkısı da öyle...
Bir zamanlar hakkında sıkça yapılan “ruhsuz okuyor” yargısına inat çok “ruhlu” yorumluyor şarkıyı Sertab.
Demem o ki bugünlerde bir Susan Boyle bir Sertab Erener’le geçiyor günler...