Paylaş
Bar bölümünde ise Eda Taşpınar ve arkadaşları...
Önceki gece Cipriani’de toplanan bu mozaik, Edition Otel’in birinci yılı sebebiyle bir aradaydı.
Cipriani’deki sessiz ve sakin yemek sırasında en çok konuşulan şey ise sektöreldi: Billionaire’in başına gece hayatının deneyimli isimlerinden Ayşegül İlsever’in getirilmiş olması.
Bilmeyenler için hatırlatmalı: Reina’daki Topaz’da ve Nahide’de çalışan İlsever’in asıl unutulmayan dönemi Salomanje’nin başında olduğu yıllardır.
Salomanje’yle o kadar özdeşleşmişti ki Ayşegül, onun evine gidiyormuş gibi hissediyordu müdavimler.
O zamanlar Nişantaşı Atiye Sokak’ın trafiğe kapatılmadığını, dolayısıyla sokakta bu kadar mekan olmadığını ve inle cinin el ele voleybol oynadığını belirtmeli tabii...
Gelelim Cipriani yemeği sonrası neler olduğuna...
Bu ilginç kalabalık topluca Billionaire’e indi.
Şatafatlı gece kulübü hınca hınç kalabalıktı; çünkü Ajda Pekkan beş şarkılık bir performans için az sonra sahne alacaktı.
İçeride ağır adımlarla ilerliyordum ki, bir kadın beni çığlık çığlığa durdurdu.
Önemli bir şirkette yönetici sekretermiş.
Sahne önüne ve localara kırmızı kurdeleyle set çekilmesine, tıklım tıkış bir şekilde ağırlanıyor olmasına isyan ediyordu:
“Ben bu kulübe hep müşteri gönderiyorum oysa, ayıp yani!”
Hakikaten neden kırmızı setler çekilmişti, ben de anlamadım.
Otelin patronu Mübariz Mansimov için sahne önüne koltuk filan mı koyacaklar diye düşünürken, tam tersi oldu.
Mansimov gayet mütevazı bir şekilde arkalarda izledi mini Ajda performansını.
Peki Ajda nasıldı? Vanessa-Raisa Sason imzalı kıyafetleriyle her zamanki gibi şık ve dinamik... O göbek attıkça sıkışan kalabalık coştu.
Ajda şarkı söylerken sahnede kutlama şampanyalarının erkenden patlatılmak istenmesi ise nahoş/gazinomsu bir görüntüye neden oldu.
Neyse ki Ajda şarkısını bitirinceye kadar oralı olmadı olup bitenle...
Bir Sess gecesi
Türkçe pop çalarken neden sağ el havaya kalkar ve ritme göre ha babam sallanır durur?
Yıllardır bu sorunun yanıtını arıyorum desem, yalan olur.
Ama her gördüğümde ve hatta dayanamayıp ben de yaptığımda bu soru çakıyor beynimde şimşek gibi.
Sonrası sağanak yağmur tabii.
Unutuyorum, alışıyorum ve hop hop sağ el havada eğleniyorum.
Türkçe pop şarkılarının beden dilimize/ritim atlasımıza kazandırdığı hallenmeler üzerine çalışmalarım bu hafta Sess’te devam etti.
Sess’te bir o yana bir bu yana salınırken şunu da fark ettim:
Biz Türkçe pop şarkılarını o an karşımızda kim varsa (arkadaş, karı/koca, sevgili ya da iki dakika önce tanışılmış tek gecelik olmaya aday seksi şey) ona doğru yönelip bağıra çağıra söylemeyi seviyoruz.
Öyle tek başına kendi dünyanda, olduğun yerde uslu uslu salınarak dinlenmiyor yani Türkçe pop.
Bir tür grup terapisi yani.
Herkesle beraber hareket etmeyi gerektiriyor sanki ritmi/sözleri nedeniyle...
Bir Lucca gecesi
Lucca’da şu sıralar parti ya da moda seslenişiyle “event” çok.
Son partileme Vogue Dergisi’nin moda fotoğrafçılarını bir araya getirdiği “Surprise Vogue”du.
Ayten Alpün’den Emre Doğru’ya, Serkan Şedele’den Sedef Delen’e kadar birçok ünlü moda fotoğrafçısının instagram’lı eserleriyle katıldığı sergili parti, bir bakıma Vogue’un yerli fotoğrafçılarla tam anlamıyla “barıştığı” bir gece oldu.
Malum, Vogue çıkmadan önce birçok ünlü moda fotoğrafçısından portfolyolarını istemiş, bu talep nedeniyle iki taraf arasında soğuk rüzgarlar esmişti...
Unutmadan, parti sırasında farklı bir girişimci ile tanıştım: Cem Gelgin.
Kendisinin farkı, tamamen yabancı bir şarap markasının ortağı olmasından ötürü.
“Hızlı hayat” manasına gelen Vie Vite adlı roze şarabını St. Tropez bağlarında üretiyormuş Cem Gelgin ve oradan tüm dünyaya, özellikle de Amerika’ya pazarlıyormuş.
New York’ta Vie Vite’nin hayli revaçta olduğunu söyleyen Gelgin, şimdi aynı popülariteyi bu yaz bizim güney sahillerinde yakalamak istiyor.
Gerçi roze deliliği geçen yaz zirve yaptı, bu yaz ne olur bilinmez.
Ama Pinot Grigio Blush’ın tadından sıkılanlar için Vie Vite’nin çok daha iyi bir alternatif olacağı kesin.
Paylaş