Paylaş
Son dönemde böyle bir akım var ya, şehirli romantik öyküler revaçta.
Nitekim film öyle de başladı. Burjuva bir aile, onların iyi yetiştirilmiş biricik oğulları, bu esas oğlanın yine çok iyi yetişmiş, çok düzgün kız arkadaşı ve bu ikisinin yine dışarıdan “süper” görünen arkadaşları...
Hepsi teknedeler, güneşleniyorlar. Türk burjuvazisinin limanı Göcek’e doğru gidiyorlar.
Ama filmde öyle derin bir sakinlik var ki, “Nasıl romantik komedi bu?” diyorum, bir an önce aksiyon bekliyorum, hatta sıkılmaya başlıyorum.
Derken yeni bir karakter giriyor filme, Berrak Tüzünataç’ın oynadığı Deniz karakteri.
O da zengin bir aileye mensup, ama başına buyruk bir kadın. Kafasına göre yaşıyor. Fazlasıyla ukala ve sert.
Diğer “iyi yetişmişler”in kurallarını, düşüncelerini alaşağı etmeyi seviyor.
Dolayısıyla filmin başında hem seyirciyi hem de filmin diğer “normallerini” bir hayli gıcık ediyor.
Baştan çıkarmayı da ihmal etmiyor tabii.
Filmin gayet normal esas oğlanıyla beraber olup onun durgun dünyasını çaktırmadan dalgalandırıyor.
Sonrası? Sonrası şahane bir çatışma aslında.
Bildik bir ikili ilişkiler çatışmasından bahsetmiyorum ama.
Başka bir şeyden bahsediyorum, kısaca şunlardan:
- Türk tipi (fazla korumacı, kollayıcı) anne-oğul ilişkisinden ve bu ilişkideki tutkulu çatışmadan...
- Oğlunu bir orkide titizliğinde yetiştiren bir kadınla, onun bahçesine teklifsiz giren genç bir kadının çatışmasından...
Kısacası: “Bir Avuç Deniz” hiç de öyle layt bir film değilmiş.
Sakin sakin ilerleyip en şok dalgasını finalde gayet şık biçimde vuran bir psikolojik gerilimmiş.
Ve kesinlikle etkileyici bir hikayeye sahipmiş. Meğer.
“Nasıl beğenirsin?” tantanası
Bir Avuç Denizi beğendiğimi Twitter’da yazınca herkes şaşırdı. “Eleştirmenler çok kötü konuşmuş film hakkında, nasıl beğendin?” diye.
Eleştirmenlerin beğenmediğinden haberim yoktu.
Ayrıca beğenmeyebilirler, herkesin kendi fikri.
Ama onların beğenmemesini de bu kadar abartmaya gerek yok, banane yani?
(“Sevişme sahneleri bile bu filmi kurtaramaz” şeklindeki bir eleştiri de eleştiri değil bu arada...)
Benim ters köşe yaptığım filan da yok.
Çünkü filmin hikayesi iyi. Bazı sahnelerdeki konuşmaların klişe olmasına gelince...
Bu tip karakterler hakikaten böyle konuşur. Yapmacıklıkla tuhaf bir samimiyet arasında...
Garipsenecek bir durum yok yani... Son olarak hem filmin yönetmeni Leyla Yılmaz’a hem de şahane bir oyunculuk çıkaran Ayda Aksel’e tebrikler.
Özellikle (bir seyirci olarak) Aksel’i arka arkaya iki yerli filmde görmekten (bir önceki “Aşk Tesadüfleri Sever”di) gayet hoşnutum.
NOT 1: Bu filmden sonra François Ozon’un “Havuz” filmini tekrar izlemek istedim. Benzer ambiyansta oldukları için..
NOT 2: Filmi izlerken, “Berrak Tüzünataç sanki kendini oynamış” diye düşündüm. Ki hiç tanımıyorum, sadece bir histi. Galada kendisine yöneltilen sevişme sahnesi sorusuna sinirlenmesi ve “Sevişme gerçek değildi” gibi ilginç bir çıkış yapması tezimi kuvvetlendirdi hani... Tıpkı filmde canlandırdığı Deniz gibi davranmış.
Nilüfer’li rock gecesinden notlar
- Nilüfer’in rock’çılarla yaptığı düet albümünün ilk konseri Ystanbul Kongre Merkezi’ndeydi.
Bu salona ilk kez geldim. ?öyle söyleyeyim; Lütfi Kırdar’a artık canım gitmek istemiyor. YKM salonu cidden nefis bir yer olmuş.
- Hayko Cepkin sahneye çıktığı andan itibaren herkesi coşturdu. Ayrıca “Aşk Kitabı” düetine teatrallik kattı, müthiş alkış aldı.
- ?ebnem Ferah’ı özlemişiz. “Can Kırıkları”nın ardından “Erkekler Ağlamaz”ı söyledi Nilüfer’le. ?arkı söylerken yaptığı kendine özgü vücut hareketleri yine dillerdeydi.
- Rashit’i ilk kez canlı izledim, çok sevdim.
- Teoman niye yoktu, onu anlayamadım.
- Ve Nilüfer: O kadar fit duruyordu ki sahnede. Ve canlı. Performansı da gayet iyiydi, gürül gürül söyledi. Bir tek “Aşk Kitabı” düetinde sorun yaşadı.
- Son olarak: Bu konser yazın Kuruçeşme Arena’da tekrarlanmalı...
Paylaş