Beyoğlu’nun ferforjeli balkonumsuları

Ferforje denen şey bir adet kabus.

Haberin Devamı

Ancak çok çok iyi yapılırsa, üzerinde düşünülürse, binayla mimari uyumu gözetilirse ve tabii sıkı para harcanırsa ferforje denen şey şık bir şey olabiliyor ve kabus görüntüsü katlanılır hale geliyor.
“Ferforje” ne peki? Kısaca, sıcak ya da soğuk halde dövülerek işlenmiş süslü demire verilen ad.
Nereden çıktı derseniz bu ferforje mevzusu?
Şuradan: Beyoğlu Belediyesi masa ve sandalye sorunu nedeniyle hali hazırda çözüm bekleyen işletmelere “70 santimlik balkon yapın, masaları oraya koyun” önerisinde bulundu.
Ve işletmelere balkonlara yapılacak ferforjenin şık bir şey olmasını da şart koştu.
Herkesin “şık” anlayışı kendine göre apayrı olacağı ve kimse ferforje denen şeye dünyanın parasını harcamayacağı için yakın zamanda son derece çirkin balkonumsularla karşılaşacağız Beyoğlu’nda, anlaşıldı.
Hatta ilk örnek caddenin hemen başındaki İst Cafe’den geldi bile. Hemen yaptırmışlar bir adet balkonumsu.
Çok kötü durduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
Kota farkından yararlanıp yerden kırk santim yüksekliğe oturtulmuş bir tuhaf çıkıntı o balkonumsu.
Hiçbir estetiği yok.
Üstelik düz ayak işletmelerin bu balkonumsuyu yapmaları da pek mümkün değil, ki yapmasınlar daha iyi.
“Şık” değil, “berbat” durur çünkü.
Zaten çoğu işletmeci teklife sıcak bakmamış. Duyarlı davrandıkları için onları tebrik etmek lazım.
Sonuçta bu çözümün her işletmeye, her sokağa uymadığı ortada.
Beyoğlu’ndaki 24 saatlik hayatı yetmiş santimliklere sıkıştırmanın pek mümkün olmayacağı da...

Haberin Devamı

Dibimizdeki Yunan adaları

Daha önce o dibimizdeki Yunan adalarından bir tek Kos’u ve Rodos’u görmüştüm.
Geçenlerde şu dört adayı da günübirlik gezdim.
80’lik Fransızlar eşliğinde! (“nasıl yani”si yarına kalsın artık.)
Şimdi o adalarla ilgili ekspres izlenimler...
SAKIZ (CHIOS): İnsanda bir daha gelme isteği uyandırmıyor. Hatta sakız likörü, daha doğrusu sakızla yapılan her şeyden de biraz bıkıyorsun. Ama yine de almadan duramıyorsun! Mesta köyü ve bir de merkezdeki Belamis Tavernası’nın yemekleri güzel.
SAMOS: Tadı damağımda kalan, en çok sevdiğim ada oldu Samos. Yolları, sokakları, “işte budur” dedirten soğuk berrak denizi, insanlarının kalitesi cidden bir başka.
Giderseniz: Çarşının biraz yukarısındaki mavi sandalyeli/masalı adını şu an unuttuğum meşhur köy kahvesine (ya da barı mı desem?) uğrayıp Mythos birası için. Gelip geçene bakarak tabii... Sonra da Platania’da balık ve bol sarmısaklı tzatziki, yani cacık yiyin.
NISYROS: Kos’un iki adım ötesinde, Datça’nın hemen karşısındaki Nisyros’un gizemli, terk edilmiş ve diğer bütün adalara göre daha köhne bir havası var.
İlk başta bunalıyor, ama içine girdikçe seviyorsunuz bu küçük adayı. Genelde buraya gelen turistler adanın en tepesindeki krateri görmeye gidiyorlar koşarayak, bence çok sıkıcı. Adanın biraz yukarısında küçük bir meydan var.
Asıl orada takılmak, yiyip içmek daha zevkli.
Bohem Yunanlılar da var, nedense burayı mesken edinmişler.
SİMİ: Kartpostal gibi. İtalyan kasabası gibi. Dışı güzel, ama içi boş gibi. Çok az kaldım burada, etraflıca gezdiğim pek söylenemez. Bir de o kadar bunaltıcı bir sıcakta dolandım ki Simi’de, hoş anılar kalmadı belleğimde.
Gecesini de görmek lazım tabii.

Yazarın Tüm Yazıları