Paylaş
Bu sorulara sinirlen-mek aslında yersiz.
Çünkü bizde kafalar bu şekilde işler. Ünlü ya da ünsüz fark etmez; sosyal çevre denen şey (eş, dost, akraba) o anınla değil, bir sonraki aşamanla ilgilidir hep.
İstediğin kadar “Yok böyle iyiyiz, valla mutluyuz” diye altını çiz dur, ardından gelecek soru zinciri bellidir: “Ama evlilik ne zaman? Peki ya çocuk? E sonra boşanma?”
PSİKİYATRİSTİNİZ DER Kİ
Ayşe Arman’ın dünkü röportaj konuğu psikiyatr doktor Ümit Yazman diyor ki:
“İnsanların yalnızlığı arttıkça, eğlenme ve eğlenceyle ilgili çabaları da artıyor. Hatta, tavan yapıyor. Çünkü insanlar, yalnızlıklarından kurtulmayı, tek başına olmamak zannediyor.”
Bir kısmı doğru. Bizde (ve hatta dış temsilciliklerde) eğlenmenin örtülü amacı hâlâ kendine birini bulmak. Ama sadece bu değil artık.
Eğlence aynı zamanda kimlik edinmek demek şehir tünellerinde. X kulübe giderek ya da Z kafenin müdavimi olarak renginizi, havanızı, sosyal çevrenizi, nelerden hoşlandığınızı da ele veriyorsunuz.
“Ben böyle biriyim”i seçtiğiniz mekanlarla tamamlıyorsunuz.
İş buna da dönüştü biraz, hani atlamayalım...
BEKARIN AİLESİ? Ümit Yazman aynı röportajda şunu da söylemiş: “Size mutluluğun sırlarından birini söyleyeyim mi: Aile. Onu kurmayı, korumayı beceriyorsan tamamdır.”
Elbette doktor bey toplumun geneli için söylemiş bu klişe tespiti. Geneli kendi haline bırakıp şehirdeki bekarlara bakarak söyleyebilirim ki, onların ailesi arkadaşları.
Ve arkadaşlığın korunduğu (ya da korunamadığı) yerler de artık evlerden ziyade dışarısı, yani buluşulan mekanlar...
O yemekler, o kahvaltılar, o alkolün dibi bulunan ah geceler...
DİVAN’IN DÖNERİ
Taksim’deki Divan Otel yenilenmesini tamamladı ve sessiz sedasız açıldı. Hem dışının hem de içinin yeni halini beğenen de var beğenmeyen de...
Burada sorun galiba şu: Hiçbir şeyi eski haliyle “yıllanmaya” bırakamıyoruz, hemen baştan aşağı elden geçirmek, sil baştan yıkıp yeniden yapmak istiyoruz.
Divan Oteli de böyle oldu. Baştan aşağı yenilendi.
Ama işte Divan Pub’a gelen eski müdavimler hâlâ o meşhur dönerini yemeye geliyormuş.
Oturur oturmaz döner siparişi veriyorlarmış.
Bundan dolayı olsa gerek, geçenlerde bir arkadaşımla Divan Pub’a oturur oturmaz garsonun alelacele söylediği ilk şey şu oldu: “Efendim bugün dönerimiz yok maalesef.”
Dönerin olmamasına hiç üzülmedim tabii.
Ama böylece gördük ki, içi/dışı ne kadar yenileseniz de insanlar alışkanlıklarını kolay kolay terk edemiyor.
EN ESKİ JAPON’UN YENİ YERİ
Şehrin ilk sushi ve de Japon mutfağı restoranı Ninja, onsekizinci yılında yeni bir yere taşındı.
Gümüşsuyu’nda, Alman Konsolosluğu’nun hemen karşısına. Konum şahane, ama hâlâ yerine taşındıkları eski mekanın tabelası durduğundan (Testarossa) “Nerede bu Ninja?” demeniz ilk başta, gayet doğal.
Neyse ki mekanın sahibi Yunus Akgün kısa sürede kendi tabelasını koyup bu karışıklığı ortadan kaldıracak.
Bu arada Japon mutfağı denince akla sadece sushi geliyor.
Oysa sushi’nin yanında sıcak yemekler de var bu mutfağın kapsama alanında.
Ninja’da bunları da bulmak mümkün. Hem de fazlasıyla. Özellikle bin bir türlü çeşitte yapılan çorbaları ve Kobe etini hararetle tavsiye ederim. Japon şarabıyla beraber tabii...
ÇOK AKTIK BİRBİRİMİZE!
“İyi bayramlar” deyip huzurunuzdan çekilmeden önce son bir bayramlık notum var. Bizzat duyduğum bir cümle.
Yeni flörtüyle buluşmasından heyecanla dönen bir arkadaşımızın ağzından: “Çok aktık birbirimize!”
En azından “çok elektrik aldık”, “çok enerjimiz uydu” filan demedi; buna da şükür tabii.
Peki bunun devamı ne olabilir?
Mesela flört tatsız bitince şu mu: “Çok bulandırdık birbirimizi!”
Paylaş