Film pek çok yerde Matrix’i andırıyor, doğru. Daha başka bir sürü filmle de ortak noktaları var. Mesela Jennifer Lopez’in seri katilin bilinçaltına girdiği “The Cell” (Hücre) ya da “Dark City”.
Ama “Başlangıç”ı farklı kılan esas şahane tez şu olmuş: Rüya içinde rüya yaşanabilir. O da yetmez; ikinci rüyadayken tekrar uyuyup bir kat daha aşağıya, yani üçüncü rüya seviyesine inebilirsin.
Karışık mı geldi? Aslında değil. Çünkü bu rüya seviyeleri, dört değişik frekanstaki beyin dalgalarıyla birebir paralel.
Önce ilk beyin dalgasını tanıyalım: Beta. Beta dalgasında buradasın, yani “bu dünya” ya da “gerçek” tabir edilen şeyde. Korkma yani, kendindesin, bilincin yerinde! Şöyle açıklayayım, bir asansördesin ve betadayken ikinci kattasın.
Alfa dalgasında ise iki arada bir deredesin. Yani aslında “rüyada gibisin”, ama Beta dalgasındaki gerçekten de tam kopmamışsın. Meditasyon yaparken, gözlerini kapayıp kendini sahil kenarında hayal ederken filan, hep bu dalgayı kullanıyorsun. Yani birinci kattasın. Filmdeki karakterler de ilk rüya seviyelerinde alfadalar aslında.
Ve Teta... Hadi bakalım, zemin kata indin bile. Bilinçaltındasın! Her şeyin toplanıp bir kenara istiflendiği o meşhur tavanarası. Unuttuğunu sandığın tüm anılar/duygular, tüm ıvır zıvırlar burada. Peki bu kata nasıl inersin? Ya bilinçli bir şekilde kendi kendine meditasyon yaparak (ki bunu yapan var, ama çok zor iş) ya da birinin yardımıyla (hipnozla). Unutmadan, uykunun ilk anları da teta’dır.
DELTA: SON DURAK GİBİ BİR ŞEY
Son olarak bir de Delta dalgası var. Artık son durak. Yani eksi birinci kat. Derin uyku hali. Uykunun ortalarında hep bu seviyedeyiz. Filmdeki üçüncü rüya seviyesi Delta’da yaşanıyor zaten. Orada kendilerine “yeni bir gerçeklik” yaratıyorlar ya. Ve o gerçekliği sevince de tekrar yüzeye, yani betaya dönmek istemiyorlar. En azından zorlanıyorlar. Bu yüzden filmin adı pekala “Delta Trajedisi” de olabilirmiş.
Alfa’ya, Teta’ya ve oradan da Delta’ya, yani en dibe kat kat asansörle inme metaforu filmde de sıkça kullanılmış. Bakınız, Cobb’un ve rüya mimarı Ariadne’nin asansöre binip eksi bire inmeleri... Aslında bu metafor, dalga boyları ve özelliklerini anlatmak için biyo-enerjiciler, kuantum’cular, NLP’ciler tarafından sıkça kullanılır.
Filmin en sevdiğim yanlarından biri de, zihne fikir yerleştirme işi oldu. Tüm markaların, filmlerin, dizilerin, hatta bizim/benim şu anda yaptığımız da bu değil mi zaten? Ama heyhat, bu köşeyi betada okuduğunuz anda uçup gidiyor bir süre sonra aklınızdan. Bir de teta boyutunda okusanız, işte o zaman fikir saplanıp kalıyor!
Sonuç? Şu yapış yapış yazın en kafa serinletici ve kurcalayıcı filmlerinden biri “Başlangıç”. Üşenmeyin, kliması sonuna kadar açılmış bir salonda seyredin. “Matrix” kadar komplike asla değil (Demet Akalın-Önder Bekensir ilişkisi bile daha karmaşık); ama yine de devamı çekilecek kadar fenomen kategorisinde olduğu aşikâr.
Ve Tarkan konseri
“İkimizin Yerine” şarkısını seslendirmeden önce arabesk hakkında söyledikleriyle ilk kez bir tartışmada (Bkz: Fazıl Say ve arabesk hakkında söyledikleri) tarafını açıkça ve samimiyetle belli etmiş oldu. Bu yüzden seyirci de şaşırdı bu duruma ekibi de...
“Kuzu Kuzu”nun nasıl unutulmaz hit olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Seyirci bu şarkıyı inanılmaz bir coşkuyla bir kez daha istedi. Yenilerden “Adımı Kalbine Yaz” ve “Kayıp” ise en çok alkış alanlar arasındaydı.
Tarkan bir ara bana gülerek (ve “hadi sen de somurtma gül” diyerek) “Hatasız kul olmaz” dedi sahneden. Tamam, olmaz gerçekten. Kabul. O zaman bir hatayı değil, bir tercihi eleştirmem lazım (duramıyorum yine!). Yeni şarkıların genelde playback söylenmesi tercihini... Galiba çalışılmamış orkestrayla yeni şarkılar. Ama canlı çalınsaydı daha iyi olurdu.
Şu da bir gerçek: Canlı ya da playback, seyirci öyle istekliydi ki Tarkan’la azmaya/oynamaya, hani sadece konuşsa konser boyunca yine göbek atarlardı, ondan eminim.
Kadınların göbek atması kadar yanlarındaki erkeklerin de sakınmadan oynamaları, göbekler atmaları gözden kaçmadı. 10 yıl önce erkekler bu kadar “rahat” değildi. Tarkan’ın yıllardır verdiği gazla/cesaretle, üzerlerine bir “kamusal alanda göbek atma” hafifliği gelmiş.
Bıktıranlar
“Bol katmanlı senaryo, görsel zenginlik had safhada, kıvrak/görkemli ritmiyle baş döndürüyor” gibi gibi aslında pek bir şey anlatmayan, süslü fakat sıradan tamlamalarla film eleştirisi yapanlar, yapabilenler...
Adalar’a akının had safhada olduğu şu günlerde, basık salonlarda insanları sıcakta bekleten, ek sefer sayısı çok az olan, bir türlü hızlı ve pratik olamayan İDO...