Paylaş
◊ Çok iyi bir oyuncusun, seni hayranlıkla izliyoruz ama aynı zamanda özel insanlardan birisin. Dokunarak iyileştirme gibi bir özelliğin varmış. Kaç yaşında fark ettin bunu?
- Kendimi bildim bileli annemden dolayı bizim evimize Türkiye’nin her tarafından insanlar gelirdi. Egzama, gece yanığı veya birçok ateşli bir hastalık için. Nasıl olurdu ben de bilmiyorum ama annem çakmak çakar, bir şey yapardı, dokunurdu, onlar iyileşir giderlerdi. Egzamayı kuruttuğunu gördüm.
◊ Sana genetik miras mı? Yoksa annenin yanında tecrübe ederek mi geliştirdin?
- Ben çok meraklıydım, hep annemin yanındaydım. Sonra annem, ölmeden önce ablalarıma ve bana el verdi tabiri caizse. “Başı dara sıkışan olursa, dokunursun rahatlatırsın, sen biraz sıkılırsın ama sonra huzur verir” derdi. Çok inançlıydı bu konularda. Adana’da ablalarım hâlâ gelene yardımcı olurlar. Tabii tıbbı inkar etmiyoruz. Bu başka bir şey. Doğru enerji göndermek.
DÜNYANIN EN BÜYÜK TÜCCARIYLA YAŞADIM, SEVGİ ALIR SEVGİ SATARDI
◊ Sen dokunarak insanlara iyi geliyorken sana ne iyi geliyor?
- Sokakta başıboş bir kedi veya köpeğin başına bir iki dakika elini koy, biraz okşa, o da sana bakar. İnan ki o gün en iyi günlerinden birini geçirirsin. Bunu her gün yap, dünyanın en huzurlu insanlarından birisi olursun. Bu kadar kolay. Doğru dokunacaksın, severek. İsterse yüz tane çocuğunuz olsun, kuş demiyorum ama evde mutlaka kedi ya da köpeğiniz olacak.
◊ Neden kuş demiyorum dedin?
- Çünkü kafeste hayvan beslemek akıl işi değil. Mutlaka özgür hayvanınız olacak. Çocuğun yeri ayrı, onun yeri ayrı.
◊ Eve geldiğinizde bir kedinin köpeğin sesini duymak büyük mutluluk. En karşılıksız sevgi...
- Evet, bir Dalmaçyalı’m vardı, adı Koza’ydı. Dünyanın en büyük tüccarıydı. Sermayesi sevgiydi. Sevgi alır, sevgi satardı.
BAŞKASIYLA DALGA GEÇTİM SEKİZ TAKLA ATTIM
◊ Hep böyle sevgiyi ön planda tutan, pozitif düşünen biri misindir?
- Hayatım boyunca kimse için kötü düşünemem. Kim için ne kötülük düşünürsem, yani “birinin arabasını çizerim” desem mutlaka kaputuma bir kaya düşer. Neye gülersem başıma gelir.
◊ Oldu mu hiç böyle bir şey? Anıları biraz kurcalayalım, derinlere inelim, eskilere gidelim...
- Yıl 1974, sabahın dördünde taksicilik yapıyorum. Unkapanı köprüsü ile Eminönü arasında gecenin o saati yol bomboş. Bir araba gördüm, kaza yapmış. “Böyle bomboş yolda insanın kaza yapması için ancak aptal olması gerekir” dedim, on dakika sonra aynı yerde sekiz takla attım.
◊ Herkes böyle olsa dünya, daha çok yaşanacak bir yer olur...
- Hayat terslikleri sana gösterince sen doğru adam oluyorsun. Sonra doğru düşünmek ilke haline geliyor. İnsanların bu kadar pervasızlık, hırsızlık, yolsuzluk yapmalarının nedeni bedelini ödememeleri. Ama kimsenin yaptığı yanına kalmaz. Onun için doğru olmaktan yanayız.
◊ Çok seviliyorsun. Doğru adam olmaya bağlayabiliriz belki ama şeytan tüyü de var mı sende acaba?
- Doğru olmak insanın ilkesi haline gelmeli. Ben bunun için özel bir çaba harcamıyorum. Halkın içinde halk gibi yaşarım. Vapur, otobüs, metrobüs kullanırım. Çok rahat yaşarım. Sanatçılığı ben ruhumda, icraatımda yaşarım. Sokakta yaşayamam. Halk gibi yaşarsam rahat ediyorum. İnsanlar belki bundan seviyorlar. Sokakta çöp toplayanla, burada servis yapanla, koskoca bir holding patronu arasında benim için hiçbir fark yok. Sermayeleri farklıdır. İnsan eşit olunca benim için hiçbir mesele yok.
OYUNCULUK SERÜVENİM HÜRRİYET KELEBEK’İN FOTOROMAN KRALI SEÇİLMEMLE BAŞLADI
◊ Hürriyet Kelebek’in fotoroman kralı olmuştun... Nasıl karar verdin yarışmaya katılmaya?
- Yarışmadan önce fabrikada çalışıyordum ama mahallemizdeki düğün salonlarında sunuculuk da yapıyordum. Şiirler yazıyordum, onları okuyordum. Düğünde şarkı söylemek isteyen gençleri sahneye çıkarıp iki şarkı için sigara paketi alıyordum, sonra onları fabrikada satıyordum. Bunları yaparken demek ki içimizde oyunculuk gelişiyormuş biz farkında olmadan. Sonra Kelebek Gazetesi’nin yarışması oldu. Arkadaşlarımın ısrarıyla fotoğraf gönderdim. 18.924 kişiyi eleyip birinci olmuşum. Kelebek’in fotoroman kralı seçildim. Serüven böylece başladı.
◊ Ne oldu kral olunca?
- Kral olunca her şey bitiyor zannettim. Sonra anladım ki ben kendimin kralıyım sadece. Sözüm bir tek kendime geçiyor. Bugün de hâlâ öyle, kendi krallığımı sürdürüyorum.
◊ Yarışmadan sonra ne oldu?
- Fabrikadan çıkışımı aldım, İstanbul’a geldim. Kendime yeni bir dünya kurdum. Şoförlük yaptım, gene hikayeler, şiirler yazıyordum. Bekar evinin sefahat içinde değilse başka bir hüznü vardır. İnsanı çok daha kolay pişiriyor. Sonra filmler, fotoromanlar... Öyle bir serüvenden geçtik, bugünlere geldik. İyi dostlar, güzel insanlar tanıdım. Yer sofralarında da oturdum. Gazete kağıdının üstünde yaşadığım mutlulukları hiçbir zaman hiçbir yerde yaşamadım.
◊ İstanbul’a ilk geldiğinde gördüklerin, hissettiklerini hatırlıyor musun?
- O dönem geceleri taksi şoförlüğü de yapardım. Tarabya’da deniz kıyısında, restoranlarda oturanlara bakardım. Ama hiç özenmedim. Sonra baktım ben de oralarda oturdum. Abartılacak bir şey yok. Herkes kendi hayatını yaşıyor.
MUTLUYSAN, SEVİYORSAN İHANETLE İŞİN OLMAZ
◊ Eşinle kaç yıldır evlisiniz?
- 20 yıldır.
◊ Maşallah. Kolay mı bu işleri yaparken evli kalabilmek?
- Eşim de yönetmen. İşin içinde olduğu için çilesini ve nasıl seyrettiğini biliyor. Biz birbirimize güvenmeyi ilke edinmişiz. Onun için problem yok. İkimiz de sırtımızı döner, istediğimiz kadar mesafede yürürüz. Kimsenin kimseden endişesi olmaz.
◊ Hiç aldatmadın mı?
- Hayatımızda adı bile geçmez. Mutluysan, seviyorsan ihanetle işin olmaz. Her ağaçtan meyve toplayarak insan çok mutlu olmaz. İnsanın bir tane ağacı olur, gübresini, suyunu bakımını doğru yaparsın, bir ömür yeter sana.
KADINA TOKAT ATMA SAÇINA GÜL TAK
◊ Mutlu bir evliliğin sırrı ne sence?
- Hoşgörü ve saygı. Saygı bittiği zaman evliliğin anlamı kalmaz. Eşlerden biri, birine küfür veya hakaret ederse artık o evlilikteki duvar çatlamıştır.
◊ Sen hiç bu şekilde davranmadın mı?
- Hayır, eşine bir kere küfür eden ikinciyi de eder. Bir kere tokat atan inan ikinci tokatı da atar. Öyle evlilikler yürümez.
◊ Evliya gibisin ama...
- Darbe varsa büyü bozulur. Sen ancak sevgilinin saçına gül takarsın. Tokat atmak ne haddine.
◊ Bravo... Şimdi çocuk meselesine geleceğim. Hiç çocuk istemediniz mi?
- Bizim çocuk planlarımız vardı ama olmadı işte. Uzun hikaye.
◊ Evlatlık almayı düşünmediniz mi?
- Düşündük bir ara, hatta Van depreminden sonra böyle bir planımız oldu. Çok fazla ilgilenemedik ama. Çocuk için “olsa da olur, olmasa da olur” diye baktık. Yeğenlerimiz var etrafımızda. Nebil Özgentürk’ün bir oğlu var, Arın diye. Bana göre dünya bir yana o bir yana.
◊ “Babaların babası” kim?
- Var mı acaba öyle biri? Hâlâ inanamıyorum babaların babasını oynadığıma. Yani bir kabadayıyı. Matrak, güzel bir film. İnsanlar eğlenecek. Buna da ihtiyaçları var.
◊ Seni hep kahya ya da ezilmiş adam rollerinde gördük. Şimdi farklı gelecek mi böyle bir rol?
- Farklı, sempatik bir kabadayı. Ben oynadığım bütün karakterleri severim. Sevmesem oynayamam. Bir işi yapacaksan ya o işi seveceksin ya da o işin içinde seveceğin şeyler olacak. Projeyi seversen her şeyi seversin.
ACIYI ATMANIN EN İYİ YOLU ŞİİR YAZMAK
◊ Senin için “ağlarken ağlatan oyuncu” diyorlar. Nasıl başarıyorsun bunu?
- Ağlamak yetmiyor, o duyguyu da dışarı taşımak gerekiyor. Çünkü burada amaç oyuncunun ağlaması değil, karşındakini ağlatmak. Bunun için ağlıyorsun. Benim yanımdan ağlayan bir çocuk geçerse gözlerim dolar. Bir köpek yavrusu için bile ağlayabiliyorum. Bu empatiyle ilgili bir şey. Empati yaptığın zaman acı çekmen kolaylaşıyor.
◊ Bu seni mutsuz etmiyor mu zaman zaman?
- Eder. Bu insana çok huzur vermiyor tabii. İçinde özümsüyorsan gerçekten acıyı hissedebilirsin. Bunu atmanın en iyi yolu şiir yazmak. Senin sustuğun yerde satırlar anlatır her şeyi.
◊ Yeni şiir kitabı geliyor mu?
- Geldi sayılır. Beyaz Baykuş yayınlarından 15 Mayıs’ta çıkacak. Adı “Yanmış Orman Kokusu” olacak. Şiir kendimize yazdığımız mektuplardır ama başkaları okur.
OKULUNU OKUMADAN OYUNCU OLUNMAZ
◊ “Önce okulu bitir, sonra oyuncu ol” gibi tavsiyelerin var.
- Evet. Oyunculuk okulu bitirmeden oyuncu olunmaz.
◊ Sen bitirmedin ama alaylısın...
- Ben direkt üniversiteye girdim. İlkokuldan yatay geçiş yaptım. Ben ustalarımla tanıştım. İlk filmlerimde İhsan Yüce ve Tuncel Kurtiz’i tanıdım. Bizim zamanımızda yönetmenler ayrıca oyuncu eğitmeniydi. Kameranın önüne çıkan acemi oyuncunun nasıl durması, bakması gerekir diye duygu alışverişi öğretilirdi diğer oyuncularla. Nasıl bir yavru karga düşer, diğer bütün kargalar başına toplanır, uçmayı öğretir; Yeşilçam’da da insana uçmayı öğretirdi oranın eski kuşları. Şimdi o yok. Artık setlerde gençler de öğrenmek istemiyor, herkes her şeyi bilerek geliyor. Onlarla boy ölçüşemeyiz. İki filmde jön olduğu zaman, artık onlar her şeyde ahkam kesebilir hale geliyorlar.
◊ Kuşak çatışması oluyor mu aranızda?
- Bilmiyorum var mı. Küçükler benim için küçüktür kardeşimdir, büyükler büyüktür, abimdir. Kuşak çatışması bana yansımaz.
Ben herkese saygılı, ölçülüyümdür. Bana saygısızlık yapanı da affetmem. Memnun değilsem zaten aynı projede bir daha da çalışmam.
AİLEME YÜK OLMAMAK İÇİN OKUMADIM ÇALIŞTIM
◊ İlginç bir çocukluk, gençlik dönemi geçirmişsin. Farklı farklı işler yapmışsın. Berber çıraklığı, ayakkabı boyacılığı, fabrika işçiliği gibi. Ve “ben okumayacağım” demişsin. Neden?
- Aslında çalışkan bir çocuktum. Aileme yük olmamak için çalıştım. İstediğim harçlığı ailem veremiyordu bana. Bunun için çalışmam gerekiyordu.
◊ En sevdiğin hangisiydi o işler arasında?
- Hiç düşünmedim. İş yaparken hepsinden keyif almışım aslında. Zaten beğenmediğim işi de çok yapmadım, hemen bıraktım. Mesela babam beni demirciye götürmüştü, çıraklık yapmam için. Yarım gün çalıştım.
◊ Atınız var mıydı?
- Atımız hep vardı. Babam at arabacısıydı. İnek de vardı. Ahırın bir köşesinde de benim için hep bir sıpa bulunurdu. Horozum, kedim, köpeğim olurdu.
KÜÇÜK ŞEYLERDEN MUTLU OLUYORUM
◊ Senin en büyük mutluluğun nedir?
- Ben küçücük şeylerden mutlu olabilirim. En stresli anımda kedimi kucağıma alıyorsam, yüzümü yalıyorsa ben mutlu olurum. Çok bunaldım diyelim, eşim gelip elimi tutuyorsa, “bunlar da geçer” deyip sırtıma dokunuyorsa daha büyük mutluluk yok.
ŞÖHRET, İYİ OYUNCU OLMA ANLAMINA GELMİYOR
◊ Şu dönemde başrol dizi oyuncuları deli paralar kazanıyorlar. Bir takım gençler de oyuncu olma hevesinde. Gençlere ne tavsiye ediyorsun?
- Her şeyin boyutu değişti. Televizyonda insanlar çok hızlı şöhret oluyorlar. Şöhret, iyi oyuncu olmak anlamına gelmiyor. Bunların içerisinde istisnalar var tabii. Çok yetenekli insanlar da çıkıyor televizyonda.
◊ Var mı beğendiğin isimler?
- Tabii, bir sürü oyuncu var. Mesela Kıvanç Tatlıtuğ, Kenan İmirzalıoğlu...
Fotoğraflar: Muhsin AKGÜN
Paylaş