Bu haftaki filmler beni ve hem sinema hem de hayvanları çok seven arkadaşlarım Ali Ulvi Uyanık ile Hakan Sonok’u öyle bir galeyana getirdi ki, bu haftaki yazılarımızı sinemada hayvan haklarına ayırdık.
Önce The Cove’dan yola çıkarak Flipper dizisi sonrasında şov dünyasına katılan yunusların gördüğü işkencelerden başladık, yarın vizyonda olacak Antichrist’ın yönetmeni Lars Von Trier’nin Manderlay’da öldürdüğü eşeğe gittik ve oradan da eskilere, Altın Palmiye’li Yol filmine kadar uzandık. Yılmaz Güney’in en iyi filmi olarak gösterilen Yol’un bendeki çağrışımları pek de iç açıcı ve pozitif değil ne yazık ki. Yol’un politik, siyasi açılımlarını bir kenara bırakıyorum. Sadece ve sadece, o filmdeki bir sahne için kurşunlanarak öldürülen o atı düşünüyorum. Filmlerde at ölümleri denince, eskilerin savaş ve kovboy filmleri anılabilir belki ama Yol’daki o kurşunlama olayını tek geçmek gerek. şerif Gören’in yönettiği filmin başrolündeki Tarık Akan, atla yaşadıklarını yıllar sonra “Anne Başımda Bit Var” adlı kitabında kaleme almıştı. “Çekim boyunca atla aramda inanılmaz bir bağ kurulmuştu. Bana duyduğu sevgi ve bağlılığı hayvanın gözlerinden okuyordum. Kar fırtınasında yanıma gelip kafasını paltomun içine sokuyor, gözlerini gözlerime dikiyordu. Çekim sırasında üstünden düştüğümde burnuyla beni itiyor, kokluyor, sanki canımın yandığını anlamış gibi üzülüyordu, bir de beni avutmaya çalışıyordu” diyor Tarık Akan. Atın öldürülmesi senaryo gereği şöyle açıklanıyor; donmak üzere olan Seyit (Tarık Akan), atın kafasına kurşun sıkıyor, sonra da ölen atın karnını yararak ellerini ve ayaklarını orada ısıtıyor. Atla böylesi bir bağ kuran Akan, atı öldüreceği bu sahneyi çekememiş işte. Gözünün içine sevgiyle bakan hayvana kurşunu sıkamamış. İnsafsız infaz, şerif Gören’in “kamera” demesiyle başkası tarafından gerçekleştirilmiş. ılk kurşunla ölmeyen atın son nefesini vermesi de öyle kolay olmamış. Akşam saatlerine kalındığı için karanlık çıkan bu sahneler filme de koyulamamış üstelik. Kimse kusura bakmasın ama benim böyle bir filmle ilgili iyi hisler beslemem imkansız. Nasıl ki her fırsat bulduğumda eşeğin öldürüldüğü Manderlay’i yerden yere vuruyorsam, Yol’a da farklı davranamayacağım. Altın Palmiye almış olması umurumda bile değil. Bin ödülü bir hayvanın canına değişmem.
Film çekin, hazineye bağış yapmayın
Kültür Bakanlığı’ndan Türk sineması adına çıkan ödenekler sinemaya gider sanıyordum, yanılmışım. Bu paraların bir kısmı ne yazık ki sinemamız için kullanılmayıp, hazineye geri dönüyormuş. Geçenlerde Ali Sürmeli, film yapmak için Kültür Bakanlığı’ndan para aldığını ama bunun karşılığında evlerine ipotek konulacağını öğrenince vazgeçtiğini söylemişti. Ali Sürmeli gibi vazgeçenler kadar ödeneği çıkan filmlerini çeşitli nedenlerle rafa kaldıranlar da var. Peki ödeneği çıkan bu paralar geri verilince ne oluyor dersiniz? Kültür Bakanlığı’na bir başka filme verilmek üzere geri mi gidiyor? Ne yazık ki hayır. Yardıma uygun görülen filmin yapımcısının kullanmadığı para doğrudan hazineye kalıyor. Ne dert ediyorsun, sokağa değil ya, devlete gidiyor işte demeyin. Sinemaya gitmiyor olması başlı başına bir sorun bence. Fimlerine para almak için Kültür Bakanlığı’na başvuracak olanlar iyi düşünsünler. Kendilerinden ve projelerinden emin değillerse, film çekecek başka birinin hakkını yemesinler lütfen. Aksi halde sinemaya değil, hazineye çalışmış oluyorlar.
Satanist kız hâlâ serbest!
Salı gecesi 03.00 sularında Emre Ayan’dan gelen mail’le sinirlerim alt üst oldu. Satanist olduğu söylenen 13 yaşındaki Zerrin Sükut, hayvan cinayetlerine yenilerini eklemiş. Mail’de hunharca öldürdüğü kedi ve köpeklerin resimleri de vardı. Parçalanmış, iç organları çıkarılmış cesetler! Kendisine “depresif şeytan” diyen katil kızın 13 yaşında olması yasaların elini kolunu bağlıyormuş, ceza bile almamış, hakkında takipsizlik kararı çıkmış. Bu ruh hastası kız, insan öldürse elini kolunu sallaya sallaya gezmeye devam edecek miydi acaba? İnsafınıza ve olmayan yasalara bırakıyorum.