Mahsun Kırmızıgül, Levis dükkanına girmiş, 501 denemiş ve kot dar gelince "Levis 502 var mı?" diye sormuş.
Yine aynı Mahsun Kırmızıgül, "Bach’ı çok severim, İstanbul’a gelirse mutlaka konserine gideceğim" demiş.
Fıkra gibi cümleler, öyle değil mi?
Mahsun’u tanımayan pek çok kişi de gazetelerde bunları okuyunca inanıyordur belki.
Onun üniversite mezunu olduğunu, konservatuar bitirmiş bir müzisyen olarak bırakın Bach’ın yaşayıp, yaşamadığını, hayat hikayesini bile bildiğini bilmeyenler vardır çünkü.
Mahsun kabul ediyor zaten; bugüne dek kendisini doğru ifade edemediğini söylüyor.
Beyaz Melek bu anlamda onun kendini anlatma fırsatı oldu. Kendisinin aslında ne kadar duyarlı, sevgi dolu, derin ve duygusal bir insan olduğunu görmüş olduk.
Beyaz Melek’i bu kadar sevmemin bir nedeni de Mahsun Kırmızıgül’ü doğru tanımama fırsat veren film olmasıdır.
Ve eminim filmi gören, pek çok kişi de benimle aynı düşünceleri paylaşıyordur.
Tuz Gölü’ne gitmem lazım
Beyaz Melek’te İstanbul’daki huzurevinden yola çıkan ekip yolda çeşitli yerlerde konaklıyor. Tuz Gölü kenarında değme butik otellere taş çıkartacak kadar güzel görünen bir moteldekalıyorlar.
İnsana tatil hayalleri kurduracak kadar görkemli bir yer burası.
Bu motel film için inşa edilmiş bir set midir, yoksa orada gerçekten öyle bir konaklama yeri var mıdır bir türlü öğrenemedim. Mahsun Kırmızıgül Tuz Gölü’ndeki o yapıyla ilgili ser veriyor sır vermiyor.
Bir bilen varsa lütfen yazsın bana.
Tuz Gölü’nde gerçekten öyle bir motel var mı acaba?
Metres filmini neden yarıda bıraktım
Adı üstünde, bir adam ve bir türlü vazgeçemediği metresinin aşk ve cinsellik üzerine kurulu hikayesini anlatıyor Metres. Filmin yönetmeni aşırılıklarıyla bilinen Catherine Breillat. Başrolde ise İstanbul’a gelip, DJ’lik yapmışlığı olan bir başka sıradışı sanatçı Asia Argento var.
Bu ilginç kadroyla gerçekten enteresan olabilecek film, benim için kötü bir tecrübe olarak kalıyor: Metres’i, yarısında terk edip sinemadan çıkıyorum.
Neden mi?
Öncelikle kırbaçla irkildiğimi söylemem gerek. Bolca sevişme sahnesi olan filmde kırbacın bir seks sahnesinde kullanıldığını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Kırbacın ucu ata değiyor bu filmde. Atlarına vuran faytoncularla kavga etmişliği olan bendeniz için dayanılması güç bir sahne bu.
Salonu terk etmeme neden olacak asıl darbe ise az sonra geliyor. Filme kurban gidecek tavuk kesiliyor ve kanının iyice akması için boğazı iyice sıkılıyor. Zavallı hayvanın can çekişmesini izliyoruz.
Breillart, sevişme sahnelerinde oyunculardan gerçek cinsel birleşme isteyen bir yönetmen. Ama gerçeklik adına bir cana kıyması affedilir gibi değil.
Amerikan sineması bu tip sahnelerde özel efektler ve maketler kullanırken Avrupa sineması düpedüz cinayet işliyor.
Sinema sanattır. Sanat insanların hayattan zevk alma araçlarından biridir. Ve zevk için hayvan öldürmek barbarlıktır. Sanatçı duyarlılığıyla bağdaşan bir yanı yoktur.