İzlerken insanlığımdan utandığım ve üstüne belgesel tanımam dediğim Koy (The Cove) sonunda vizyona girdi.
Koy, insanın, güler yüzlü, dost yunuslara yaptıklarını anlatıyor. Hayvanların başına ne geliyorsa dost bildikleri, yakınlaştıkları, güvendikleri insanlardan geliyor zaten. Japonya’daki balıkçı kasabası Taiji’de yaşanan gizli kapaklı yunus katliamını ve ticaretini açığa çıkaran, görüntüleyen, dünyaya duyuran bu filmin müzikleri, yapay kayalara saklanan kameralardan alınan görüntüleri, sualtı çekimleri, konuyu işleyişi mükemmel. Ama daha da önemlisi Koy’un anlattıkları ve verdiği mesaj. Sadece Japonya’da değil, kuzey denizinde de devam eden yunus katliamını ve dünyanın dört bir yerinde, Türkiye de dahil, gösteri amacıyla yunuslara yapılan işkenceleri gösteren bu belgeselin izlenmesi eminim çok şey değiştirecek. Değişimin mümkün olduğunun en önemli kanıtı, bir zamanlar Flipper adlı dizide yunus eğitmenliği yapan Ric O’Barry’nin, Koy’un başrolünde yunus şovlarına karşı çıkan bir aktivist olarak yer alması. Kollarında bir gösteri yunusunun intihar etmesi Ric O’Barry’nin metamorfozunun başlangıcı olmuş. Ve yunus şovlarının baş sorumlusu olan bu adam o günden sonra işi gücü bırakıp karşı tarafa geçmiş, bu hayvanların ait oldukları yerlere, denizlere dönmesi için çalışmaya başlamış. Koy’u izleyince siz de nerede olursanız olun, yunus katliamına karşı duran safha geçeceksiniz ve eminim yunuslarla yüzme imkanı sunan ve yunus gösterileri yapan merkezlere bir daha beş kuruş bile vermeyeceksiniz. Bu tek taraflı eğlence yerlerinin kapanması için elinizden geleni yapacaksınız. İşte bu yüzden, lütfen diyorum, lütfen, hemen gidin ve Koy’u izleyin. Pişman olmayacak ve sinemadan farklı bir insan olarak çıkacaksınız.
Ajda ve Baykal umut veriyor!
“Ajda’nın son demleri, seneye kalmaz” tarzı cümlelerin kurulduğu bu kaçıncı sene acaba? Ve Ajda Pekkan’ın tüm bunlara inat, daha da gençleşerek izleyicisinin karşısına geçtiği kaçıncı yıl, kaçıncı konser? Ajda Pekkan’ı en son Altın Kelebek töreninde ödül verirken görmüş ve o gün salondaki tüm kadınlardan daha genç ve güzel göründüğünü düşünmüştüm. Sonra da jartiyerli ve transparan kıyafetlerle Açıkhava’ya çıktı süper star. Ertesi gün, yarısı bile değil, neredeyse çeyrek yaşındaki Rihanna ile karşılaştırıldı ve kazanan oldu. Hafta sonu nereye gitsem Ajda konuşuluyordu. Ajda Pekkan bizler için büyük bir umut kaynağı. 72 yaşındaki Deniz Baykal’ın çapkınlığı orta yaşlı erkeklerde nasıl “70’imizde de sahneden çekilmiyoruz” gibi tuhaf(!) bir böbürlenme yarattıysa, 65 yaşındaki Ajda Pekkan’ın taş gibi vücudu ve güzelliği de kadınlarda “Zamana karşı dimdik ayaktayız, genciz, güzeliz” mutluluğu yaratmakta. İşte özellikle bu nedenle biz kadınlar Ajda Pekkan’ı çok ama çok seviyoruz. ıyi ki var...
Bob Dylan mı Rihanna mı daha samimi?
Geçen hafta ıstanbul iki dünya devini ağırladı. Bob Dylan, izleyiciyle diyaloğa girmeden indi sahneden. Sadece şarkı söyledi. Rihanna ise milletle sohbet de etti, “eğleniyor musunuz?” diye de bağırdı, içinde ıstanbul olan cümleler de kurdu. Sanatçının seyircisiyle iletişimi nasıl olmalı ile başlayan sorular da gündeme inmiş oldu böylece. “I love you, ıstanbul” yalakalık mı? Selamsız gelip gitmek “cool” bir davranış mı? Sanatçı izleyicisinin sevgisini kazanmak zorunda mı? Selamsız bandosunun başındaki Bob Dylan’a her ülke seyircisi bizimki kadar gönül koyuyor mu? Rihanna, her gittiği şehre ilan-ı aşk ediyor ve milleti aynı cümlelerle kandırıyor mu? Bob Dylan mı yoksa Rihanna mı hayranlarını daha çok seviyor ve samimi davranıyor? Amaç seyirciyi etkilemekse dans, şov, kostüm ve “I love you ıstanbul” birbirini tamamlıyor. Rihanna amacına ulaştı, hedef kitlesinin gözü, gönlü, ruhu tatmin oldu. Bob Dylan ise kimilerine göre Harbiye’yi dolduran hayranlarını kalbi kırık gönderdi. Peki birileri bunu mesele yapıp, onun müzikal görkemini, şarkılarını ya da şarkılarında anlatmak istediklerini hiçe sayıp, gönül koymakta ne kadar haklı? Bence hiç de haklı değiller. Açık söylüyorum, şahsen ben sahnede “Hello ıstanbul, I love you” diye bağıran bir Bob Dylan görmek istemezdim!