Yarın vizyona girecek olan 7 yeni filmin 3 tanesi yerli yapım. Son ıstasyon, Levent Kırca’nın oğlu Oğulcan Kırca’nın elinden çıkan bir aile dramı. Güldüren Levent Kırca bu kez yer yer ağlatıyor ve hüzünlendiriyor. ılk filmlerin en büyük hatası çok şeyi anlatmaya çalışıp, filmi çorba yapmaktır. Son ıstasyon’da da durum farklı değil. Senaryo hataları fazla. Hele klasik müziğin zirvesinde bir orkestra şefi olan oğlun evinde Neşet Ertaş dinlenmesine izin vermiyor olması yenilir yutulur gibi değil. “Köy kokma” muhabbetine hiç girmiyorum, siz de es geçin bence. Ama Son ıstasyon yine de çoğu izleyiciyi kalbinden vuracak, hatta ağlatacak bir film. Levent Kırca için izlenmeli. Veda, bende hayal kırıklığı yarattı ve bizlerin doğru dürüst bir Atatürk filmi çekebileceği konusundaki umutlarımı neredeyse yok etti. Film Atatürk değil, Mustafa Kemal, Zübeyde, Latife ve Fikriye Hanım filmi olmuş. Mustafa Kemal’in hayatındaki kadınların etkilerini izlemek iyi hoş da bir Atatürk filminde karargah, savaş, stratejik planların yapıldığı toplantılar ve Meclis sahneleri olmaz mı? Atatürk’ün devrimler sırasında halkla buluşması gösterilmez mi? Devrimlerin birer cümleyle geçiştirilmiş olmasına diyecek söz bulamıyorum. Hakkında çok az şey bildiğimiz çocukluğuna bu kadar uzun süre ayrılıp, son yıllarının ve vatanın kurtuluşunun böylesine es geçilmesine de anlam veremiyorum. Veda, bir sinema filmi olarak eli yüzü düzgün bir yapım, müzikleri, oyunculukları, dekor ve kostümleriyle emek harcanmış, iyi bir film, ama benim gibi çocukluğumuzdan beri içimize işleyen “kahraman Atatürk”ü görmek isteyenler için iyi bir Atatürk filmi değil. Ben bizimkilerden ümidi kestim, benim Atatürk filmimi yabancılar çekecek galiba. Ve Eyvah Eyvah. Haftanın ismiyle en ters düşen filmi. Çünkü izleyince insan “eyvah eyvah” değil, “iyi ki bu hafta bu film var” diyor. Ata Demirer sıcak, samimi, izleyiciye saygılı bir öykü yazmış. Trakya insanını baz alarak müthiş bir tipleme ortaya çıkarmış. Demet Akbağ da ona mükemmel bir şekilde eşlik etmiş. Benim için haftanın Türk filmi Eyvah Eyvah’tır.
Aldatmalar üzerine
Bir erkek, bir yönetmen, film yapmak istiyor ama tıkanmış. Son iki filmi tutmamış. Yazar tıkanıklığının, sinemadaki halini yaşıyor. Hali perişan. Nedeni kadınlar, nedeni aldatmalar... Yarın vizyona girecek olan müzikal film Nine’ı izleyen kadınlar böyle düşünecektir en azından. Çapkın erkeğe sinir olacak ve hayatında karısı, metresi, platonik aşkı ve flört ettiği kadınlar olan bir erkeğin başarısızlığını başka şeye yormayacaklardır. Aldatan erkeğin mutsuz olmasını, özel yaşamında ve işinde başarısız olmasını istemeyen kadın var mıdır bu dünyada! Erkekler ise bu aldatmaları bir nefes alma ve kurtuluş olarak görebilirler. Evet, aldatma, birden fazla kadın, onlar için bir yüktür, suçluluk duygusudur ama bir oyundur da aynı zamanda. Sonunda kazanılan bir oyun. Her erkek hayatının belli döneminde bu karmaşayı yaşar ve tüm bunların ardından huzur ve başarı gelir. Nine, belki de bunu anlatmaktadır.
Sevgiliye mektup
Bugüne dek kim bilir ne mektuplar, ne şiirler yazıldı sevgililer için. Ama eminim hiçbiri Gizem Yaman’ın şu satırlarının yerini tutamaz: “Bir insan her sabah aynı surata aynı sevgiyle bakabilir mi? Bir kulak bu kadar mı yumuşak olur? Gecenin bir vakti parkeye vuran pati sesi uykunun en güzel yerinden de mi tatlı gelir insana? ıki tel kaş, birkaç tel de bıyık bu kadar çok mu yakışır bir surata? Allah böylesine mi özenir bir tüy yumağına can verirken? Biliyorum sen bunları hiçbir zaman okuyamayacaksın, ama hissedersin içimden geçenleri. Ve ben şimdi bütün kalbimle sana söylüyorum; iyi ki en zor zamanımda girdin dünyama. ıyi ki o ıslak burnunu hayatıma soktun. ıyi ki giydiğim her kıyafette mutlaka birkaç tane tüyünü taşıyorum. Belki de bana şans getiren onlardır. ıyi ki beni her akşam bıkmadan aynı coşkuyla karşılıyorsun. ıyi ki geldin, ne güzel geldin. Hiç üzülme der gibi, artık ben varım der gibi. Seni çok seviyorum.” Benim gözlerim doldu bu satırları okurken. İnsan sevgiden de ağlayabiliyor işte.
Uzak İhtimal DVD’de
Çoktandır DVD tavsiyelerinden uzak kalmıştım. Uzak ıhtimal’e kayıtsız kalamayacağımdan geri geldim. Geçen yılki Antalya jüri üyeliğimde en büyük vicdan azabını Uzak ıhtimal’le yaşamıştım. Ahmet Fazıl Coşkun’un yönettiği film bence daha fazla ilgiyi hak ediyordu ama olmamıştı işte. Çoğunluk azınlığı yemişti. Neyse ki geçenlerde başroldeki Nadir Sarıbacak SİYAD’da En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldı da biraz olsun rahatladım. Uzak İhtimal’in güzelliği sadeliğinde, duruluğunda, minimalizminde ve abartısız oluşunda. Müezzin ve rahibenin aşkını anlatan filmin DVD kapağındaki “Söyle Rabbin kimse, O’na tapayım” cümlesi bile merak uyandırması açısından önemli bence.