Paylaş
Bu yıl Venedik Film Festivali’nin açılışını yaptı Baltasar Kormakur imzalı Everest, cumadan beri de bizde vizyonda.
Mutlaka gidin, görün, hem de IMAX’te üç boyutlu olarak izleyin.
Hem ses hem de görüntü o kadar başarılı ki film adeta sizi alıyor, Everest’in tepesine bırakıyor.
Atmosfere öylesine bir giriyorsunuz ki bir süre sonra sanki dördüncü boyut da eklenmişçesine rüzgarı, soğuğu bile hisseder hale geliyorsunuz.
Film 1996 yılında zirveye ulaşmak için yola çıkan dağcıların gerçek hikayesini anlatıyor.
Karakterleri ve onları geride bekleyen ailelerini resmettikten sonra sıra geliyor yaşanan trajediyi perdeye yansıtmaya.
Hem de ne trajedi.
Pek çok kişinin ölmeden önce yapılması gerekenler listesinde olan Everest tırmanışı lanetli gibi.
10-11 Mayıs 1996’da Everest’e çıkmak üzere yola çıkan dağcılardan 8’i kötü hava koşullarının da etkisiyle hayatını kaybetmişti.
O yıl boyunca dağda ölenlerin sayısı 12’yi buldu.
2014 yılında ise Everest ölü sayısı konusunda bir rekor daha kırdı, oluşan çığ 16 dağcıya mezar oldu.
Nisan 2015’te ise Nepal depremi Everest’te çığ düşmesine yol açtı ve 18 dağcı hayatını yitirdi.
Tüm bunları okuyunca “İnsan neden Everest’e çıkmak ister ki?” diye soruyorsun haliyle.
Bazı cevaplar görselliğiyle insanı içine alan bu filmde var.
Everest’i IMAX’te üç boyutlu izlemek, bayram tatili boyunca yapacağınız en iyi şeylerden biri olabilir.
Demir sussun artık
Bazen susmak, konuyu kapatmak en iyisidir.
Konuştukça batarsın, çözmeye çalıştıkça yeni düğümler atmış olursun çünkü.
Demir Demirkan için de aynen böyle.
Ayşe Arman, “Demir Demirkan Sertab’ı konuşmayacaksa, bana yeni single’ını ve müzik hayatını anlatacaksa ben o röportajı neden yapayım? Yapmam” demiş.
Demir de “Ben yanlış anlaşıldım zaten, tabii ki Sertab’ı konuşacağım, yapalım bu röportajı, beni en iyi sen anlarsın” diye ısrar etmiş.
Demir keşke sadece yeni hayatını anlatıp, single’ını konuşacağı bir röportaj yapsaymış.
Yanlış anlamaları düzelteceğim derken Sertab’la ilişkimiz beşik kertmesi gibiydi, projeydi, mrojeydi, o ortamda nefes alamıyordum dedi, işi iyice mahvetti.
Hem de bu açıklamaları 18 yılın ardından, üstelik artık evli bir kadının arkasından yaptı.
Ben tüm bunları, müziğini sevdiğim, rock müziğe duyduğu tutkuya hayran olduğum adama bir türlü yakıştıramıyorum.
Bundan sonra Demir sussun, lütfen sadece müziği konuşsun.
İşe 10.00’da başlayalım
Sosyal medya bir süredir iş sabah 10.00’da başlasın modunda.
Çünkü Oxford Üniversitesi Uyku ve Biyolojik Saat Enstitüsü, sabah saat 10.00’dan önce mesaiye başlamanın bir tür “işkence” olduğunu, mevcut mesai saatlerinin vücut saatleriyle uyumsuz olması nedeniyle “uyku yoksunu toplumlar” oluştuğunu bildirdi.
Bizimkiler de, “İşe gidip poğaça, simit, çay, kahve, biraz yayılma, iki sohbet, üç internet derken ayılıp işe başlamamız 10.00’u buluyor zaten” diyorlar.
Mesai 10.00’da başlasın diyenlere kesinlikle katılıyorum.
Her işte değil tabii ama genele vurduğumuzda insanların sabahın köründe işe gitmesi için geceyarısından önce yatması gerekiyor.
Gel de yat yatabilirsen!
Gecenin tadı çıkmadan yatağa gitmek zorunda kalmak kadar kötüsü olabilir mi?
Çoğunluk da erken yatamıyor zaten.
Sonuç; işyerinde uykusuz, zombi gibi gezen insanlar!
Oxford çözümü sunmuş, geriye öncü şirketlerin bunu uygulaması kalıyor.
Susmayan alarm
Söz geç yatmaktan, sabah kalkamamaktan açılmışken; halı üzeri alarm yapmışlar.
Susturmak için yataktan kalkmanız ve üzerine basmanız gerekiyor.
Yani gerçekten uyanmanız.
Ha dönüp kendinizi tekrar yatağa atacak kadar vurdumduymaz ya da uykusuzsanız diyecek şey yok tabii.
Ama bana akıllıca geldi.
Alarmı susturup, uyumaya devam etmeye meyilli biri olarak söylüyorum, Türkiye’ye gelir mi bilmem ama bulduğum, gördüğüm yerde bir dakika durmaz alırım.
Paylaş