Çünkü ucunda sansürlenmiş bir şey vardır, ki o da zaten sansürlendiği için olaydır, konuşulandır. Şu sıralar sinema dünyasında konuşulan sansür “Çölde Kutup Ayısı” (The Misfortunates) filminin afişi. Ayyaş, sefil babası ve amcalarının yanında büyümek zorunda kalan 13 yaşındaki talihsiz bir çocuğun hikayesini anlatan Belçika yapımı filmin orijinal afişinde bisiklete çırılçıplak binen adamların arkadan çekilmiş fotoğrafları var. Hayli esprili ama bir o kadar da cüretkâr bir fotoğraf. Orijinal afişte bu fotoğrafın üzerinde hiçbir yazı yok. Türkiye’deki afişte ise adamların çıplak popoları, yani kaba etleri kalın puntolu “Çölde Kutup Ayısı” yazısıyla örtülmüş. Müstehcen afişi güya usturuplu hale getirmişler. Ama baktım da bu uygulama sadece bize ait değil. Amerika’da kullanılan afişte de çıplak erkek popları benzer şekilde, üzerine yazı yazılarak kapatılmış. Konuyla ilgili olarak görüştüğüm, filmin dağıtımcılığını yapan Bir Film yetkilisi Ersan Çongar, “Filmin sadece kafaların kullanıldığı bir afiş alternatifi daha vardı ama biz bunu kullanmayı tercih ettik” dedi. Demek ki biz sandığımız kadar da değil, sadece Amerika kadar mutaassıbız ya da sansürcüyüz. Bu arada söylemeden geçmeyeyim, İngilizce adı The Misfortunates (Talihsizler) olan filmin Türkçe adı orijinalinden çok daha müstehcen bir deyimden yola çıkılarak koyulmuş. Çıplak popoları kapayan “Çölde Kutup Ayısı” yazısı, Penguen dergisinin karikatürlerinde de sık sık karşımıza çıkan o meşhur deyişten alınma: “Bahtsız bedeviyi çölde kutup ayısı ...” Bu bilerek yapıldıysa çok hınzırca. Yok düşünülmediyse, sansür yaparken göz çıkarmak işte buna denir!
Sinemada hasat mevsimi
Amerika’da sinemada ödül sezonu Altın Küre’yle başladı, sırada Oscar amca bekliyor. Bizde ise SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) Ödülleri ve Yeşilçam Ödülleri için gün sayılmaya başlandı. 43. SİYAD Ödülleri, 24 Şubat’ta TİM’de düzenlenecek bir törenle sahiplerini bulacak. Bu ödüller için sadece sinema yazarları oy kullanıyor, hatta dün akşam toplanarak birinci değerlendirme toplantısını yaptık bile. Bu arada açıklanan birkaç ödül şöyle: Besteci, müzisyen ve söz yazarı Cahit Berkay’a, yönetmen Yusuf Kurçenli’ye ve oyuncu Tuncel Kurtiz’e onur ödülü, Beyoğlu’nun eski sinemalarından Sinepop Sineması’nın uzun yıllar müdürlüğünü yapmış Hüsnü Beyazsaç’a ise emek ödülü verilecek. Yılın ikinci önemli ödül töreni, bu yıl 4’üncüsü gerçekleşen Yeşilçam Ödülleri. TÜRSAK Vakfı ve Beyoğlu Belediyesi’nin işbirliğiyle, 3 bin kişiyle, ülkenin en geniş katılımlı jürisi tarafından verilen Yeşilçam Ödülleri 28 Mart’ta sahiplerini bulacak. En iyi filmin 250 bin TL ile ödüllendirileceği yarışmaya bu yıldan itibaren En İyi Sanat Yönetimi ve En İyi Kurgu olmak üzere iki yeni ödülün daha eklendiğini söylemeden geçmeyeyim.
Erkek eşittir problem
Türkiye’nin ilk mağara adamı, dünyayı kasıp kavuran “Caveman” oyununu ülkemizde ilk kez sahneleyen Alper Kul, sahnelerde tek başına olmaya iyice alışmış görünüyor. “Mağara Adamı”ndan sonra şimdi de kendi hayatından ve babasıyla olan ilişkisinden yola çıkarak yazdığı “Babamın Oğlu” adlı tek kişilik oyunla BKM Mutfak sahnesinde. Cumartesi gecesi oyunu BKM Mutfak oyuncuları ve Alper’in babasıyla izledik. Karadenizli bir babayla oğlu arasındaki kuşak farkı, bir zamanlar homofobik olan babanın tepkileri, kadın ve erkek arasındaki farklar komik ve eleştirel bir dille oyuna yedirilmiş. Tüm bunlara ülkenin politik seyri de çaktırmadan eşlik ediyor. 1,5 saat boyunca sıkılmadan ve yer yer gülmekten kırılarak izleniyor “Babamın Oğlu”. Özellikle de Mahsun Kırmızıgül’ün Alper’e “Güneşi Gördüm” filmi için getirdiği teklifin anlatıldığı sahne, “Ice Ice Baby” dansı, boru kesme muhabbeti ve de at çiftliğindeki tekno parti detayları yıkılıyor. Alper Kul’un, kareyle kökü sadeleştirerek “kadın eşittir problem” sonucunu çıkardığı bir de matematik hesabı var ki, onu gidin izleyin diyorum, başka bir şey demiyorum. Matematiği iyi olan biri varsa, Alper’in hesabından yola çıkarak “erkek eşittir problem” sonucunun çıkacağı bir denklem de kursun lütfen.
Kokuya gel kokuya
Süpermarketlerde ortama leziz kokular yayan fırınları düşünün; amaçları müşterileri kendilerine çekmektir. Hangimizin hipnotize olmuş bir şekilde tıpış tıpış kokunun geldiği yöne yönelmemişliği vardır? Şimdi kokuyla müşteri çekme işi daha da ileri gitti; pazarlamanın yeni silahının koku olduğu açıklandı. Artık mağazalar müşterilerin bilinçaltlarını etkilemek için havalandırma yoluyla ortama koku yayıyorlar. Amaç, kokuyu beğenen müşterilerin içeride daha fazla kalmasını sağlamak. Ayrıca o koku sayesinde mağaza, müşterilerin kafasına da kazınıyor. Bu noktada akla Patrick Süskind’in romanından uyarlanan “Koku” adlı o müthiş film geliyor tabii. Koku alma duygusu aşırı gelişmiş, kokuya aşırı önem veren ve hatta kendi kokusu olmadığı için çılgına dönüp cinayetler işleyen adamın hikayesi... Sonuç; koku, belki de en az ciddiye aldığımız duyu, ama hayatımızdaki, bilinçaltımızdaki yeri tahmin ettiğimizden çok daha fazla. Bakalım Türkiye’de havalandırma yoluyla mağazasına koku yayan ilk marka hangisi olacak?