Paylaş
Lipton’un Türkiye’deki çay üretimini canlandırmak için yapacağı seminer ve çalışmalar için. Bulmuşum kaçırır mıyım, “çay hakkında her şeyi anlat bana” dedim.
“10 bardağın üstü tiryaki sayılır” diyor Sunay Akın.
“Çay bedeni diri tutar, zeka yapıcı özelliği var, uyutmayarak zekayı çalıştırır.”
Çayın ana vatanı Çin, ama bize semaverle birlikte kuzeyden, Rusya’dan gelmiş.
Şu anda nüfusun yüzde 96’sı her gün çay içiyor. Çayın bizim topluma kazandırdığı en önemli şey çay partileriyle sosyal hayatın renklenmesi. Türk filmlerinde mutlaka çay içilen, sosyalleşilen, önemli diyalogların olduğu bir sahne vardır. Eskiden durum bu haldeyken çay ziraati bugün can çekişmekte.
Türk çayı ekonomik ömrünü tamamlamış.
Lipton’un 15 binden fazla çay üreticisini eğitime alması bundan. Katı atık sorunu çözümü, çay üretimi uygulamalarının yapılacağı deneme bahçesi, bölge halkına yönelik sağlık taraması ve elektronik veri tabanı çalışmaları başlatılmış.
Tebriklerimizi sunarak çay sohbetini Sunay Akın’ın şu şiiriyle noktalayayım:
Hiçbir bardakta
Dudak payı bırakmadınız bana
Bir kaşık sesini bile
Çok gördünüz
Şekersiz içerek çaylarınızı
Kendime karne yazdım
Okullar kapandı ya, Ahmet Hakan da bir yumak gazeteci için karne denemesi yapmış. Keyifle okudum, ben de aralarında olmak istedim ve kendi karnemi kendim verdim.
Vazife şuuru: Selim Akçin ve İhsan Yılmaz bilir, iki elim kanda da olsa işimi vaktinde bitirir, yazımı teslim ederim. 20 yıldır bir hafta bile tatile çıkmamamdan anlayın. Meslek hastalığı; etrafımdaki her şeye yazmak için baktığımı da itiraf etmeliyim.
Neşe: İş değil ama özel hayatımdaki iniş çıkışlarla orantılı. Ve bir itiraf; keyfim yerinde olduğunda daha pozitif yazılar yazıyorum.
Misyon: İş, güç hatta özel hayat bile değil, sonuna kadar hayvan hakları. Bunun için gazeteciliği, müziği, çevremde işime yarayacak ne varsa onu kullanmaktan çekinmeyecek kadar.
Stil: Herkesle dost ol herkesle arkadaş, ömrümüz geçiyor bak yavaş yavaş.
Başlıca özellik: Dikkafalılık, sabırsızca kafama eseni yapmak, yazmak, uysa da uymasa da, zarar görecek olduğumu bilsem de.
Rekabetçilik: Bende olmayan bir duygu. Başkasını geçmek için değil, amaçlarıma ulaşmak için çalışırım.
Hâl ve gidiş: Her şey gelip geçer ama dik duruşumu borçlu olduğum gazetecilik ölene kadar kalır.
Madonna konserinden kıskançlık manzaraları
Madonna konserinde, herhangi bir konserde bir arada göremeyeceğimiz kadar çok şarkıcı vardı. Emre Altuğ, Demet Akalın, Al Bano, Demir Demirkan, Kenan Doğulu, Sertab Erener, Gülben Ergen, Gülşen, Burcu Güneş, Nil Karaibrahimgil, Ayşe Özyılmazel, Ajda Pekkan, Tarkan, Yalın, Hande Yener ve emin olun çok daha fazlası.
Bilmeyenler için söyleyeyim, bizde belli bir yere geldiğini düşünen şarkıcılar diğerlerinin konserlerine pek gitmezler, yakıştıramazlar kendilerine, bence çekemezler de zaten. Konserin sonunda o niye sahnede ben niye izliyorum diye kanser olmamak için uzak dururlar. Gelen Madonna olunca ve herkes orada olacağı için, eksik kalmamak adına bile olsa TT Arena’nın yolu tutuldu ama.
Konser sırasında ve sonrasında çoğu müzisyenden yükselen cümle baloncuklarını sizin için derledim:
“Bu bir konser değil, görsel şov.”
“Kadın konserin yüzde 80’inde playback yaptı.”
“Sadece iki yerde canlı söyledi, sesi kötüydü.”
“Hemen bir dans hocası tutmam lazım.”
“Ben bu stadı doldurabilir miyim acaba?”
“Ses yok görüntü var.”
“Ses olmayınca işi şova dökmüş.”
“Madonna bitti bitti. Son iki albümü tutmadı zaten, bakmayın buraya, Avrupa’da konserleri dolmuyor bile.”
Ve maalesef çok azı şu gerçeği kabul edebildi; her şey dört dörtlüktü, Madonna TT Arena’yı yıktı geçti.
Paylaş