Bu hafta sinemalarda tam bir Romeo-Juliet aşkı var.
Alacakaranlık (Twilight), vampirli bir gençlik filmi gibi dursa da aslında temelinde tutkulu bir aşk hikayesini anlatıyor. Bella adlı genç kız, vampir Edward’a aşık olunca gözü hiçbir şey görmüyor. Edward için her şeyi göze alıyor ve hayatının akışını tamamen değiştirmekten çekinmiyor. Film, Harry Potter’ın yazarı J. K. Rowling’e rakip olarak gösterilen Stephenie Meyer’ın imzasını taşıyan Twilight, New Moon, Eclipse ve Breaking Down adlı dört kitabın (bu arada kitapların D&R satışlarında bu hafta sonu itibarıyla bir patlama yaşandığını da belirtmeden geçmeyeyim) ilkinin beyazperde uyarlaması. Yazının başlığıyla filmin alakasına gelince. Alacakaranlık’ın Teksas’taki gece yarısı gösterimlerinden birinin sonunda ilginç bir olay yaşanmış. Bir adam, filmin finalinde yazılar akmaya başladığında elinde yüzük, dizlerinin üzerine çökmüş ve seyircilerin önünde sevgilisine evlenme teklif etmiş. Teklifi yaparken de onların aşkının da Edward ve Bella’nınki gibi sonsuz, tutkulu ve koşulsuz olmasını dilemiş. Bu filmin ardından gelen böyle bir teklife “hayır” demek zor olur. Aklınızda bulunsun. Şimdi vampir olma zamanı Aşık olunan film kahramanları vardır ya, Alacakaranlık filmindeki vampir Edward Cullen da (Edward rolündeki Robert Pattison’ı Harry Potter filmlerinde Cedric rolünde izlemiştik), en azından benim için, bunlardan işte. Beyaz atlı prens görünümündeki Edward, romantik, karizmatik ve tutkulu aşık haliyle insana “al beni götür bu diyardan” dedirten bir vampir. Bunda makyajın ve lenslerinin de etkisi var tabii. Filmdeki diğer vampirler gibi o da soluk benzi ve topaz lensleriyle çok hoş görünüyor. O renk lens bulmak zor tabii ama ben Alacakaranlık’ı izlediğimden beri (bkz. filmlerden etkilenen izleyici modeli) yüzüme beyaz renk pudra sürüyorum. Beyaz pudra, belirgin kaşlar, yanaklara hafif pembe, morumsu parlak rujla az da olsa vampirleşmek mümkün. Bir süreliğine denenebilir, tavsiye ederim.
Katil miyim yoksa ajan mı?
MFÖ, Peki Peki Anladık adlı şarkısında “Sen neymişsin be abi!” der ya. Ben de şu sıralar gazeteciliğe öyle bakmaya başladım. Haluk Şahin, Tuncay Güney’in TRT’ye çıkartılması üzerine “İyi habercilik, benzetme uygun düşerse, seri katilliğe benzer. Tek cinayetle olunmaz. Yani, bu konuda bir geçmişiniz, geride başka cesetleriniz olacak. Böyle bir şey sizden beklenecek. ‘Yapsa yapsa o yapar’ denecek” diye yazmış. Şu anda vizyonda olan aynı adlı filmin uyarlandığı Yalanlar Üstüne’nin yazarı, 10 yıl boyunca Wall Street Journal için CIA ve Ortadoğu olaylarını izledikten sonra Washington Post’a geçerek editörlük ve köşe yazarlığı yapan David Ignatius, gazetecilikle casusluk arasında bağ kurmuştu: “Casusluk gazeteciliğe çok benzer. Bir şeyler bilen insanları saptarsınız, onların güvenini kazanırsınız ve sonra da sınırı geçip başlangıçta söylemeyi düşünmediklerini söylemelerini sağlarsınız.” İnsan bunları okuyunca hem sıkı bir seri katil (teşbihte kusur olmaz, öyle değil mi!) olmak istiyor hem de iyi bir casus.