Paylaş
Kazakistan’ın başkenti Astana modern binalar ve evlerle dolu.
Ama yine de her şey birazdan sökülüp yerine farklı bir dekorun yapılacağı büyük film stüdyoları gibi duruyor.
Daha oturması için zamana ihtiyacı var.
Kazaklar ve Türkler arasındaki en göze çarpan ortak özellik misafirperverlik sanırım.
Astana valisi İmangali Tasmagambetov’un hediyesi olan bilekliği, takılara olan alerjime rağmen üzerimden çıkarmıyorum.
Tasmagambetov derin tarih bilgisi olan, dolu dolu bir devlet adamı. Tarih bilgisi ve Atatürk sevgisiyle beni şaşırttığını ve kendine hayran bıraktığını söylemeliyim.
Tasma-gambetov, aynı zamanda iyi de bir sinemasever.
Hollywood’a transfer olan ünlü Kazak yönetmen Timur Bekmambetov’dan gururla bahsediyor.
“Gece Nöbeti” (Night Watch), “Gündüz Nöbeti” (Day Watch) ve “Aranıyor” (Angelina Jolie’li Wanted) filmleriyle ününe ün katan Bekmambetov, aksiyon sahneleri denince akla ilk gelen yönetmenlerden.
Memleketinin, onun önderliğinde bir uluslararası aksiyon filmleri festivaline ev sahipliği yapmasına şaşmamak gerek.
İlk yılında Mike Tyson, Mickey Rourke, Hilary Swank gibi ünlüleri ağırlayan Astana Uluslararası Aksiyon Filmleri Festivali’nin ikincisine Steven Segal, Michelle Rodriguez gibi ünlülerin gelmesi şimdiden kesinleşmiş.
Kazakistan ve sinema deyince bir de senaryo festivalinden söz etmekte fayda var.
İlk kez duydum ve çok ilgimi çekti.
Bu festivalde her yıl senaryolar yarışır, kazanan senaryo ertesi yıl devlet desteğiyle filme çekilir ve bir sonraki festivalin açılış filmi olurmuş.
Bana ilginç geldi.
İyi de bir örnek gibi aslında.
Senaryo açısından büyük bir hazine barındırdığını düşündüğüm Türkiye’de de böyle bir senaryo festivali yapılabilir.
Çöpe giden pek çok senaryo yerini ve değerini bulur böylece.
Caz dinleyemeyenler için
Sedat Ergin, “Caz, müziğin demokrasisidir” der.
Hasan Cemal de sıkça kullanır bu cümleyi.
Onların cazla olan yakınlığına hep hayran olmuşumdur.
Ama o kadar işte; üzülerek söylüyorum, cazı bir türlü sevemeyenlerden oldum ben.
Oysa üniversite yıllarında kendimizi rock müziğe vurmuşken, “Büyüyünce cazı da seversin” demişlerdi.
Yıllar geçti değişen pek bir şey olmadı.
Ta ki bir albümle tanışıp, büyümeye başladığımı hissedene kadar. Caz dinliyordum sonunda, hem de sıkılmadan, bunalmadan.
Sevdiğim, bildiğim şarkıları caza uyarlayan ve doğaçlama için vesile haline getiren bu albümün mimarı, Boğaziçi yıllarından, Müzik Kulübü’nden çok sevdiğim arkadaşım, Yavuz Akyazıcı.
Yavuz, Boğaziçi’ni bitirdikten sonra New York’taki New School Jazz Academy’ye girdi ve Caz Performansı bölümünden mezun oldu.
17 yıl kaldığı New York’ta Birdland, Knitting Factory, Auggie’s gibi dünyaca ünlü caz kulüplerinde önemli isimlerle birlikte konserler verdi.
Sözünü ettiğim Yavuz Akyazıcı Project, Yavuz’un “caz seyircisini nasıl artırabiliriz” sorusunu kendine ve etrafına sormasıyla ortaya çıkmış.
Ve şöyle yanıt bulmuş: “Cazın en fazla dinlendiği 1920-1960 yılları arasında çalınan müzik aslında popüler müzik. Gershwin, Cole Porter zamanın popüler müzik yazan bestecileriydi. Ve biz bu insanları caz standartları yüzünden hâlâ tanıyoruz. Peki caz standartları nasıl oluşmuş? Armstrong, Gillespie, Parker, Trane, Davis gibi bir sürü caz müzisyeni, zamanın popüler şarkılarını alıp caza uyarlamış. Dinleyici zaten şarkıları ezbere bildiğinden, bu yorumcu nasıl yorumlamış deyip, her farklı yorumcuyu dinlemek istemiş. Çok basit fakat çalışan bir fikir.”
Yavuz Akyazıcı Project benzer bir mantıktan yola çıkıyor.
Albümde Ece Göksu’nun vokaliyle, Teoman’ın “Paramparça”sından Mor ve Ötesi’nin “Cambaz”ına, Nil Karaibrahimgil’in “Kek”inden Şebnem Ferah’ın “Bu Aşk Fazla Sana”sına kadar severek dinlediğimiz pek çok şarkının caz müziğiyle yoğrulmuş, doğaçlamalarla süslenmiş hali var.
Dinlerken çok keyif aldım ve tabii bir de kendimle gurur duydum. Artık ben de, zorla değil üstelik, keyif alarak, caz dinliyorum.
Paylaş