Paylaş
Okudukça Teoman’ı neden bu kadar sevdiğimi ve kendime yakın bulduğumu daha da iyi anlıyorum.
Kızlarla ilgili olanları bir kenara bırakırsak, sanki o değil, ben konuşmuşum gibi.
“Ölüm korkum kendime değil, sevdiklerime dairdir.”
“Köpek sahibi olmanın en zevkli tarafı, hiçbir zaman kendini yalnız hissetmemek.”
“Köpekler içgüdüsel olarak onları sevecek kişilere yönelip hemen şımarıyorlar.”
“Zaten ben gündüz vakti de çok konuşan birisi değilim, sıkıcı da oluyorum. Üşeniyorum gündüz konuşmaya, düşünüyorum, kitap okuyorum.”
“İnsanın sevdikleri için bile olsa kendisine dikkat etmesi gerekiyor.”
“Büyüyüp olgunlaştığım zamanlardaki aşkları unutmak daha zor oldu.”
“Ben görsel olarak bir genç kızdan etkilenmem ve güzellik meselesine de çok takmış bir insan değilim.”
“Artık evimde uyumak istiyorum. Bir arabaya atlıyorum ve 4,5 saatte evde oluyorum. 5 yıldızlı oteli değil, kendi yatağımı istiyorum.”
“Evhamlı olduğum için tehlikeli bir şey yapmam. Hayatta kendi kırmızı çizgilerim vardır.”
“Zengin olmak istemiyorum, o yüzden en kârlısını yapmak değil, en istediğimi yapmak durumundayım.”
“Dönem dönem insanlarla uzlaştığım yerler oldu. Karşı çıkmaya üşendiğim şeyler oldu ama genelde kafama ne estiyse onu yaptım.”
“Yıllar geçtiğinde hayatlarına bir şekilde değdiğim insanların beni iyi hatırlamalarını çok istiyorum.”
Teoman, şarkılarıyla, hayat felsefesiyle hayatımı etkileyen, zaman zaman değiştiren nadir insanlardan biri oldu hep.
Onu iyi hatırlamamak mümkün mü?
Son röportajında sınırlı sayıda konserlerle de olsa yine bizimle olacağının sinyallerini verdi, onu hep iyi hatırlayanlar olarak sabırsızlıkla bekliyoruz.
İlk aşk, ilk öpücük
İlk aşkımı hatırlıyorum, adı Cem’di. Çok yakışıklı değildi ama 9 Taş’ı çok iyi oynardı. Takımına hep beni seçmesine ve hep kazanmamıza aşık olmuştum belki de.
İlk öpücük, Fenerbahçe’de futbol oynarken işletmede okuyan yakışıklı sevgilim Ahmet’le yaşandı. Şarkılardaki gibi ‘o ağacın altında’.
Herkesin bir ilk aşk ve ilk öpücük hikayesi vardır ve asla da unutulmaz.
Ama bunların en ilginci, en eksantrik olanı bu hafta sinemalarda.
“Tenenbaum Ailesi”, “Suda Yaşam”, “Mürekkep Balığı ve Balina”, “Darjeeling Limited” gibi sıra dışı filmlerin yönetmeni Wes Craven’ın yönettiği “Moonrise Kingdom”.
Film ilk aşkı, bu ilk aşk için göze alınanları, minik ama kendi içinde büyük çabaları anlatıyor.
Ama son derece farklı bir dille.
Hikayenin bir adada geçiyor olması, ironilerin en büyüğü gibi.
Birbirlerine aşık olup birlikte kaçan Suzy ve Sam’in küçücük bir adada gidebilecekleri neresi olabilir ki?
Buna rağmen her türlü planı yapıyor sürüden farklı olan bu iki ufaklık.
Bu yıl Cannes Film Festivali’ni açan filmde Edward Norton, Bruce Willis, Bill Murray gibi isimler de rol alıyor.
Fırsatınız olursa mutlaka izleyin “Moonrise Kingdom”ı.
Sizi farklı, alışılmışın dışında, zengin, renkli bir yolculuğa çıkaracağına şüpheniz olmasın.
Bu gece tenis kulübünde caz
Aşkın Arsunan ülkenin en kıymetli piyanist, besteci, kompozitör ve aranjörlerinden.
Müzisyen bir ailede doğmuş olduğu her halinden belli.
Arsunan, Jazzino Band ile salı ve çarşamba akşamları Levent Tenis Kulübü’nde çalıyor.
Bir keyifli ki anlatılmaz, yaşanır.
Kulübün başkanı Ali Kurt ve usta müzisyen Mustafa Süder’e tenis kulübüne böyle farklı bir renk kattıkları için teşekkür ediyorum.
Aşkın Arsunan ve Jazzino Band bu gece ve yarın yine Levent Tenis Kulübü’ndeler.
Kaliteli müzik özleyenlere tavsiye ederim.
Film hatası
Ajan J’nin zamanda yolculuk yaptığı “Siyah Giyen Adamlar 3” (Men in Black 3) filmindeki hatayı bulmuşlar. “Apollo 11 fırlatılmadan bir gece önce, 15 Temmuz 1969’da, Ay filmde gösterildiği gibi dolunay değil, hilal şeklindeydi.”
“Önemli mi?” diyeceksiniz ama bence önemli.
Birincisi, milyon dolarlık prodüksiyon ve onlarca işinin ehlinin çalıştığı filmde bu detay atlanmamalıydı.
İkincisi ise film Apollo 11’in Ay’a fırlatıldığı günde geçiyor. Ay’ın evresinin yanlış verilmesi konuya bile ihanet.
Paylaş