Paylaş
* Geçmiş bayramın kutlu olsun diyeyim önce. Bayram nasıl geçti?
- Bayramda da çalıştım. “Hayat Öpücüğü”nün hazırlıklarıyla uğraştık. 22 Eylül doğum günümdü, o ara üç gün yurtdışına kaçtım, keyif yaptım. Şimdi filmin heyecanı, koşturmacası devam ediyor. Hiçbir şey yapmasam, sinemalara gidip afiş seyrediyorum.
* Filmle ilgili fikrin aklına düştüğü ilk günü hatırlıyor musun?
- Hatırlıyorum. Yurtdışında bir tren yolculuğundaydım. Filmlerden konuşuyorduk. Çok ham bir fikir geldi aklıma. Sonra Saygın Delibaş ve Fethi Kantarcı’yla oturduk, şekillendirdik. Çok güzel bir senaryo yazdılar. Aşk hikâyesi olsun, içinde duygusallık da komedi de olsun istedik. Kızla oğlan zıt olsunlar dedik. En iyi malzemenin buradan çıkacağını hissettik.
* Neden zıt olmalarını istedin?
- Ruh eşi arama derdi çok sıkıcı. Sendeki eksiği tamamlaması için sana biraz zıt olması lazım. Seninle hep aynı şeyi düşünen kişi sana ne katabilir ki?
HASTALIK HASTASI OLMA POTANSİYELİM VAR
* Kavgadan besleniyor mu sence ilişkiler?
- İlla kavga etmek gerekmiyor ki. Fikrine saygı duyup karşındakini dinlesen, fikirlerini çarpıştırsan mükemmel bir sonuç olur.
* Sen çok tartışan biri misin?
- İnatçıyım galiba ben de biraz.
* Ne burcusun?
- Doğum günüm 22 Eylül. Başak-Terazi arasıyım. Titizim.
* Filmde de öyle birini mi oynuyorsun?
- Filmde hastalık hastası, ölümden korkan, hijyene önem veren birini oynuyorum.
* Nereden çıktı bu fikir, senin titizliğinden mi?
- Filmi şekillendirdiğimiz sırada, senaryoyu yazan arkadaşlarımızdan Saygın hastanede kaldı biraz. Oradan çıktı fikir. Ben öyle biri değilim ama olabilirim, potansiyelim var. Filmi çekerken bunu hissettim.
* Acaba biraz da çok bilmek mi insanı hastalık hastası yapıyor?
- Kafaya takmak, detaya inmek. Birazcık koyuvermek lazım. Yoksa bu hayatta yaşanmaz. Çünkü baktığında her şey pis, her şeyi herkes kullanıyor. Bunlara takılırsan, çok rahat hastalık hastası olursun.
* Sende ne boyutta takıntılar?
- Kapıyı üç-dört kere kontrol etmekten tut da, “Doğalgazı kapadım mı?”ya kadar bir sürü takıntım var. Yapmayayım diyorum, kendimle kavga ediyorum ama yine yapıyorum.
* Ölüm korkun var mı?
- Takarsam nefes alamayacak hale geliyorum. “Nasıl öleceğim?”e falan girdin mi, tehlikeli. O yüzden onu düşünmemeye çalışıyorum.
O KADAR USLUYMUŞUM Kİ BENİ MİSAFİRLİKTE UNUTMUŞLAR
* Çocukken nasıldın, takıntılı bir çocuk muydun?
- Takıntılarım varmış. Mesela evin yakınında bir kebapçı varmış, oradan geçerken yere oturur, üç pirzola yemeden kalkmazmışım. Tok olsam bile ama! Onun dışında tatlı, uslu bir çocukmuşum. Hatta o kadar usluymuşum ki bir keresinde misafirlikte unutmuşlar beni. (Gülüyor) Diğer odada sessizce oynarken annemle babam beni bırakıp gitmiş. Sonra gelip almışlar. Hiç sesim çıkmazmış. Bir de küçükken daha da tombikmişim. Beni koltuğa oturttuklarında düşünce kalkamam, yüz üstü düşerim de nefes alamam diye etrafıma yastık koyarlarmış.
* Hiç “Şöyle yaramazlık yapardın” diye anlatmıyorlar mı?
- Tabii ki fırlamalıklarım da oldu ama her zaman saygı çerçevesindeydi. Ben okulu kırarken bile anneme söyleyen bir adamdım.
“İNEK ŞABAN’IN OĞLU” DİYE DALGA GEÇERLERDİ
* Böyle büyük bir ustanın oğlu olmak küçükken ayrıcalık sağladı mı sana?
- Aksine, okulda “İnek Şaban’ın oğlu” diye dalga geçerlerdi benimle. Hatta anneme kızmıştım “Niye Cüneyt Arkın’la falan evli değilsin!” diye. Öyle sağlam bir kahramanım olsa kimse dalga geçemez diye düşünmüştüm. Sonra sonra anladım insanların babamı ne kadar sevdiğini, onu ailelerinden biri gibi gördüğünü...
* Evde güldürür müydü sizi baban?
- Güldürürdü. Her an bir fırlamalık peşindeydi.
* Sinemada izledin mi hiç babanı?
- Beraber gittiğimizi hatırlamıyorum. Onlar gider gizlice izlermiş. Ben de gidip kendi filmimi izleyeceğim bir sürü yerde. Seyircinin neyi sevip neyi sevmeyeceğini görmek istiyorum. Evladımı paylaşmak istiyorum onlarla.
PAHA BİÇİLMEZ BİR YÜK
* “Kemal Sunal’ın oğlu” değil de “Ali Sunal” olmak gibi bir derdin oldu mu?
- Ben hep Kemal Sunal’ın oğluyum. Hep de öyle olacağım.
* “Kemal Sunal’la kıyaslanmak, iyi defans yapan bir takıma 3-0 yenik başlamak gibi” demişsin...
- Doğrudur. Ne yaparsam yapayım yine mağlup olacağım ama benim o mağlubiyetten bir şikayetim yok. Paha biçilemez bir yük bu.
* Nasıl bir yük?
- “Hiçbir zaman onun kadar iyi olamaz” deniyor. Bunu bir eleştiri olarak söylüyorlar. Onun yakaladığı samimiyet, sıcaklık başka bir şey. Sen o rolü ondan daha iyi oynasan bile yakalayamayacağın bir şey. Bir mucize o. Babam onu tamamen hakkıyla yakalamış. O konulara takmamak, bununla gurur duymak lazım.
* Biraz aranızdaki baba-oğul ilişkisinden bahsedelim...
- Benim en iyi arkadaşımdı. Birçok şeyi kaybettim o gidince... Genelde “Aliciğim” derdi bana. Canımı sıkkın görse alır beni dolaştırırdı. Dertleşirdik. Araba yolculuklarımız meşhurdu. Her sene arabayla güneye inerdik.
* Mezarında günlerce yattığın doğru mu?
- Öyle söyleyince ruh hastalığı gibi görünüyor ama geceleri birinin arabasını alıp giderdim. Üzerine uzandığım da oldu. Zaten ondan sonra mı oldu bilmiyorum ama Zincirlikuyu Mezarlığı’na duvar yaptılar, kapı yaptılar, kilitleniyor geceleri.
ÖNCE AĞACA SONRA HATİCE’YE TOSLADIM
* İlk defa film için uçurtma uçurmuşsun...
- Evet, ben bisiklete de ilk kez film için bindim. Hatice’yle (Şendil) bisiklet sahnemiz vardı. İlk bindiğimde ağaca, ikincisinde Hatice’ye tosladım. Üçüncüde gittim biraz, tuttular beni. Ama azimliyim, öğreneceğim.
* Hatice, “Hastalık hastası olan birinin eşi olmak zor, bu filmde anladım” demiş.
- Hastalık hastası birinin yakınında olmak bile zor. Ona değmemen lazım. Hapşırmaman, öksürmemen lazım.
* Filmde tedavisi var mı bunun?
- Aşk... Biz seyirciyi fazla rahatsız etmemek için çok fazla hastalığın içine girmek istemedik. Bir problem var, bu problemi en iyi alternatif tıp olan aşkla çözüyoruz.
* Hatice Şendil’in oynadığı karakter nasıl biri?
- Anı yaşamayı seven, hayattan zevk alan bir karakter. Adı da zaten Hayat. Boşuna konmadı bu isim; hayatı temsil ediyor. Yani Metin’in ‘hayat’la tanışması. Metin, başarılı bir tekne tasarımcısı olmasına rağmen hastalığından dolayı hayatı yaşayamıyor. Ölüm korkusu nedeniyle evini hastane acil servisinin karşısında tutmuş. Güvenli, hijyenik alanı evi, orada çok mutlu. Evden çıkmayı çok sevmiyor. Hastanede kendine özel tekerlekli sandalyesi var kimse binmiyor, kilitli. İşte orada Hayat’la tanışıyor. Sonra bir değişim yaşıyor.
* Babana gönderme var mı filmde?
- Saygın’la Fethi’nin bir selamı var. Bir sahnede Hatice, bir fotoğrafa bakıyor ve “Sen babana benziyorsun” diyor. Ben de utanıp “Öyle derler” diyorum. Onu koymuşlar, çok içime sindi. Çok heyecanlıyım. Proje benimdi, 9 Ekim’den sonra artık seyircinin olacak. İnşallah keyif alırlar.
BANA HAYAT ÖPÜCÜĞÜNÜ KARDEŞİM EZO VERDİ
* Bu aralar hayatında sadece iş mi var?
- Her şeyden biraz var. Ama en çok “Hayat Öpücüğü” var. “Güldür Güldür” de başlıyor. Öte yandan aile var, arkadaşlar var...
* Sevgili var mı?
- Her şeyden biraz var işte.
* Saklamayı mı uygun görüyorsun?
- Yok canım. Benim hakkımda şu an bilinmesi gereken şeyin film olduğunu düşünüyorum. Kendimi en iyi ifade ettiğim, insanlarla buluşmak istediğim nokta orası.
* Hayatında hiç hayat öpücüğü verdiğin biri oldu mu?
- Bilmem. İnşallah birinin hayatına o kadar dokunmuşumdur. Bana veren oldu ama.
* Kim?
- Kardeşim Ezo. Babamı kaybettikten sonra bazı şeylerden vazgeçebileceğimi düşündüğüm bir anda Ezo’nun gelmesi, beni hayata daha çok bağladı.
* Vazgeçebileceğimi düşündüğüm şeyler ne demek? Ölümden mi bahsediyorsun?
- İlla intihar demek değil bu. Depresyona girer, çöküp gidersin. Evinde bitki gibi bir adam olursun. Hayata sarılmak, daha güçlü olmak gereğini duyduğum yerlerde yanımda hep Ezo oldu. Hem abi hem baba oldum. Öyle olunca daha çok sarıldım, sarıldıkça da daha çok güçlendiğimi hissettim.
* Ezo ne yapıyor? İyi mi?
- İyi. Şimdi çocuklarla müzik ve oyunla ilgili bir kitap hazırlıyor.
* “Güldür Güldür”de yeni sezonda sürprizler var mı?
- Değerli oyuncular misafirimiz olacak.
GÜLÜMSETMEK LAZIM
* Ülke olarak sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz ve bu dönemde her şey çok tartışılıyor; “Konser yapmayın, güldürmeyin...” Siz nasıl karar verdiniz komedi filmiyle güldürmeye?
- İyi hissetmeye en çok ihtiyacımız olduğu zaman durmak yanlış. Gülümsemek, saygısızlık etmek demek değil. İçindeki acıyı, yükü bununla silebilir misin, hayır. Ama ayakta durman lazım. En azından sevdiğin, çocuğun, ailen için güçlü olmalısın. Ayakta durmak için de morale, motivasyona ihtiyacın var. Bu enerjiyi birazcık gülümsemeyle alabiliyorsan niye çok göresin ki bunu kendine? Ben de buna benzer bir örnek yaşadım ve o moralle hayata tutundum.
* Nasıl yani?
- Babam gittiğinde acıların en büyüğünü yaşadım. İnsanların bana moral vermek için yanımda olduğunu hatırlıyorum, hepsi çok değerliler. Küçücük gülümsediğim her vakit beni daha çok ayağa kaldırdı. Bana bu yapılmışken, ben bununla beslenip ayağa kalkmışken, gülümsemeye en çok ihtiyacımız olduğu zamanda neden kenara çekileyim ki?
ANNEM AĞLAYARAK ARADI
* Geçen seninle ilgili “öldü” dedikodusu çıkardılar, çok sinirlendin...
- Önce gülüp geçtim ama sonra annem ağlayarak arayınca bende film koptu. Çünkü ben o haber geldiğinde yola çıkmıştım ve yolda da telefonum çekmiyordu. O dedikoduyu çıkaranları Allah’a havale ediyorum. Bir aileye bu kadar acı vermek hiç hoş değil!
Paylaş