Paylaş
◊ Hikayenin başına dönelim, Adana’ya... Çocukluğun nasıl geçti?
- Ben Adana Karataş yolunda, Solaklı diye bir köyde doğdum, büyüdüm. Liseyi Adana’da okudum. Sinema-tiyatro ile hiçbir ilgimiz yoktu.
◊ İlk kez sinemaya kaç yaşında gittin?
- Çok küçükken bayramda topladığım harçlıklarla Adana’ya kaçarak gitmiştim. Bir sinemanın önünden geçiyordum. Oranın sinema olduğunun farkında değildim. “Eşkıya”nın o zamanki posteri asılıydı. Ben de içeri girdim. “Şener Şen buraya mı gelecek” diye düşündüm. İçeri girince bilet satan kadın anlatmıştı oranın sinema olduğunu. Orada “Eşkıya”yı izledim ve çok etkilendim.
◊ En çok nesi etkiledi?
- Filmden çıktıktan sonra insanlar film üzerine konuşuyordu. Bambaşka bir dünya olduğunun farkına vardım.
AİLEDE OKUYAN TEK KİŞİ BENİM
◊ Kaç kardeşsiniz?
- Üç erkek kardeşiz.
◊ Anne baba ne iş yapıyor?
- Babam arazi ve petrol ile uğraşıyor. Kardeşlerim de onun yanında. Ailede okuyan tek kişi ben olduğum için benim avukat, savcı gibi bir şey olmalı istiyorlardı.
◊ Kardeşlerin neden okumadı?
- İstemediler. Şimdi ikisi de Adana’da çiftçilikle uğraşıyor.
◊ İstemediler mi oyuncu olmanı?
- Önce istemediler. “Düzgün bir meslek sahibi ol” dediler. Bizde baba “yok” dedi mi yoktur. Karşı çıkamazsın. Ben de İstanbul’a gelmek için burada bir üniversite yazayım dedim. Bölüm önemli değildi, önemli olan İstanbul’a gelmekti. Çünkü bu sektörün kalbi İstanbul. Özel bir üniversitede burslu olarak turizm bölümünü tutturunca İstanbul’a geldim.
ADANA’DAN İSTANBUL’A GELİNCE KÜLTÜR FARKI YAŞADIM
◊ İstanbul’daki hayatın nasıldı?
- Ben zaten sürekli gidip geliyordum İstanbul’a. Amcamlar ve babaannem İstanbul’da olduğu için biliyordum İstanbul’u. Ama özel üniversite okuyunca sınıf farkı oluştu.
◊ Nasıl hissettiriyordu sana bu durum?
- Ben ayak uyduruyordum ama yine de kendimi bazı zamanlarda oraya ait hissetmiyordum. Ben fakir bir aileden gelmiyorum ama ona rağmen, kültür farkı yaşadım. Ben bambaşka bir Türkçe konuşuyordum o zamanlar, Doğu şivesi vardı.
◊ Şu an hiç öyle hissedilmiyor ama, konuşmanda aksan yok gibi.
- Ben bir dönem Almanya’da okurken Erasmus’la Türkiye’ye geldim, sırf Türkçe’yi düzeltmek için. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda bir dönem okudum. Afife Jale ödüllü Aslı Yılmaz hoca ile çalıştım. Çünkü Almanya’da kaldığım sürece oynayacağım roller belli, biliyordum. Kendimi oyunculuk anlamında tatmin edebilmem için Türkiye’de ikinci sınıf olmamam lazımdı.
◊ Hep böyle planlı programlı mısındır?
- Plan program yapmadım, sadece istedim. İstediğim şeyi yapmak için de emek vermem gerektiğine inanıyorum. Olmayacaksa bile en azından “ben elimden geleni yaptım, olmadıysa olmadı” derim.
◊ Hep adım adım gitmişsin aslında.
- Evet. Oyunculuk için İstanbul’a gelmem lazımdı, geldim. Olmadı. Almanya’ya gittim.
◊ Neden olmadı?
- Ailemden dolayı. Amacımın ne olduğunun farkındalardı. Oyunculuktan vazgeçmemi istediler.
◊ Ama sen bırak vazgeçmeyi Almanya’ya gittin? Hem de hiçbir planın olmadan!
- “Mandıra Filozofu”nda da oynayan Müfit Can Saçıntı bana “çok istiyor musun oyuncu olmayı” dedi, “çok istiyorum” dedim. Ama bir yeteneğim olup olmadığını da bilmiyorum, çünkü hayatımda sahneye çıkmamışım. Tecrübem yok ama inanıyorum. “Yurtdışına çıkabilir misin” dedi, “çıkarım” dedim. “O zaman yurtdışına git, ileride sana müthiş katkısı olur” dedi. Ben de babamı aradım izin almak için.
OKULA GİTMEK İÇİN AĞLIYORMUŞUM
◊ Üniversitedesin, 18 yaşını geçmişsin. Neden izin alıyorsun ki?
- Ben 16 yaşında üniversiteye girdim. Dört yaşında ilkokula başladım. Ağlıyormuşum sürekli, “beni okula gönderin” diye. Babam da gitmiş, okul müdürüyle konuşmuş. Millet okula gitmemek için ağlarmış ben gitmek için.
◊ Sonra Almanya’ya nasıl gittin?
- Babama “ileride bana yabancı dil lazım olacak alanım açısından” dedim. Yurtdışında dayım vardı. Üç ay gidip geri döneceğimi düşündüler. 2006’nın sonlarında gittim, 2008’de döndüm, dayanamadım.
◊ Neden?
- Dil bilmiyordum. Dil bilmeyince hiçbir şey bilmiyormuşsun gibi bir algı oluyor. Geri döndükten 7, 8 ay İstanbul’da abimlerle beraber kaldım, Kadıköy’de market açtık. Anlaşmamız şöyleydi; bu marketleri belirli bir düzeye getirdikten sonra oyunculuk yapacaktım. Ama anlaşmamıza abim uymadı ve karşı çıktı. Bu sefer yine bir günde karar aldım ve tekrar Almanya’ya gittim. Ama orada gittiğim tiyatro okulundaki sınavların başarılı geçmedi. Sınav iki hafta sürüyor ve altı turdan oluşuyor. İlk turda elendim.
◊ Hangi dilde oynadın?
- Almanca. Ama yarım yamalak. “Seni oyuncu olarak gördük, bir enerjin var. Bu işte bilgin olduğu da belli ama olmadı” dediler. Ben “tamam” dedim. Meğer insanlar “bir şans daha verin” falan diyorlarmış. Benim hemen kabullenmem hoşlarına gitti. Tam çıkacakken Klaus, beni evlatlık alan adam, “sen iki yıldır buradasın, dosyana baktım, neden ülkende bu işi yapmıyorsun” diye sordu.
◊ Haklı adam, sen durup durup oyunculuk yapmak için Almanya’ya geri gidiyorsun! Ne dedin ona?
- Ben de “sırada çok kişi bekliyor, onların zamanından çalmayayım” dedim. “Otur anlat” dedi, ben de anlattım. Tabii onlar duygusal insanlar değil, hemen karar değiştirmiyorlar. “Peki biz seni almadık, ne yapacaksın” dediler bana. O zaman da Haiti’de deprem olmuş, bir sürü insan ölmüştü. “Haiti’de deprem oldu insanlar öldü, dünyanın sonu değil. Ben bunu tekrar deneyeceğim ve bir yerde başaracağım” dedim ve çıktım. Klaus unutamamış bunu, bana sonradan eşi anlattı.
◊ Hangi üniversite bu?
- Almanya’nın en iyi oyunculuk okullarından, Folkwang. Eşi “ara, konuş” demiş. Benim telefon numaramı bulmuş, aradı. “İki hafta sonra seni arayacağım” dedi. Tam iki hafta sonra aradı beni yanına çağırdı. “Bir oyun yapacağım, asistanlık yapar mısın bana” dedi. “Yeter ki ben bu işin mutfağına gireyim, tabii ki” dedim. Asistanlığa başladıktan iki hafta sonra yaz oyunlarında hem oyunculuk hem asistanlık teklif etti bana. Partide tanıştığım Fransız çocuk, Maksim Gorki Tiyatrosu’nun başındaki kadını tanıyormuş. Benden bahsetmiş. Fotoğrafımı göndermemi istemişler.
◊ Sonra?
- Sonra beni oyuncu seçmelerine çağırdılar Berlin’den. Beni istediler, bunun üzerine durumu Klaus’a anlattım. Çünkü o sırada asistanlık yapıyordum. Onaylayınca oyuna başladım. Almanca’m hâlâ yarım yamalaktı. Sürekli provalardan sonra Almanca çalışıyordum, özel ders alıyordum. O oyun, yılın oyunu seçildi.
◊ Ne oynadın orada?
- Bir tane Türk çocuğunu oynadım. Zaten oyun Almanlar’ın Türkler’e bakış açısı ile ilgiliydi. Yılın oyunu seçilince yaklaşık 50 tane festivalde oynadık.
◊ Sen Almanya’yı bu oyunla turlarken, annen baban biliyor mu oyunculuk yaptığını?
- Bilmiyorlar. Ekonomi okuduğumu zannediyorlar. Bir gün bir arkadaşım Avusturalyalı bir yönetmenin, Anthony Maras’ın, iki Türk oyuncu aradığını söyledi. “Ben de geleyim” dedim. Meğer yönetmen Fatih Akın’a söylemiş, Fatih Akın da bizim oynadığımız tiyatroya mail atmış. Ben de Berlin’e seçmelere gittim. 45 dakika oynadım. Teşekkür etti. “Ekim ayında boş musun” dedi. “Sen kararını ver, beni istersen hallederiz” dedim. Güney Kıbrıs’a gittik, filmi çektik. Film 40 tane uluslararası ödül aldı. Oscar’a aday adayı oldu.
◊ Adı ne filmin?
- “The Palace”, Oscar’a aday adayı oldu. Ondan sonra 2011’de ben yine aynı okula girmek istedim. Hazırlandım ve gittim. Bu sefer son tura geldim. Bir sene önce ilk turda elenmiştim. İkinci başvurumda son tura kaldım. Ama birinci yedekmişim. Johannes Klaus aradı; “seni okula aldık, buraya gel” dedi. Hemen gittim.
◊ Sen şanslı mısındır, kadere inanır mısın?
- Kadere inanmam, şansa inanırım ama inanıp harekete geçmek önemli. Bizi çalışmak kurtarıyor.
ALMANYA’DA ENTERESAN İNSANLARLA KARŞILAŞTIM
◊ Yurtdışında yaşadın bir dönem. Orada Türkler’e olan bakış açısı değişiyor mu? Algı nasıl, seni rahatsız ediyor mu?
- Ben 8 yıl kaldım orada. 8 yıl içerisinde çok bir şey değiştiğini söyleyemem. Ben yıllarca emek verdim aksansız Almanca konuşabilmek için. Sonunda aksansız konuşuyorum ve bana gelen oyunculuk tekliflerinde “aksan yapabiliyor musun” diye soruyorlar. Bu aslında çok komik bir şey. Kötü bir karakter varsa eğer Ortadoğu’dan falan teklifler bize geliyor. Ama Ortadoğulu ve iyi bir karakter ise onlar yine İtalyan, İspanyol, Yunan ya da Alman’ın daha çok bize benzeyenine teklif ediliyor.
◊ Hiç olumsuz bir şey yaşadın mı Almanya’da bir Türk olduğun için?
- Hayır, hiç yaşamadım. Ben hep enteresan insanlara denk geldim. Denk geldiğim insanlar hepsi de beni sahiplendi. Johannes Klaus okul bittiğinde bana “sen benim oğlumsun” dedi.
“MUSTANG”E SANSÜR UYGULANMADI
◊ “Mustang”e geçiş nasıl oldu?
- 2014’tü, ben daha okuldaydım. Telefon geldi Alman yapımcıdan, “böyle bir film var” diye. Ben de senaryoyu göndermelerini istedim. Senaryoyu okudum, zaten çok ahım şahım bir rol değildi ama benim ilk sinema filmim olacaktı. O zaman saçım sakalım da uzundu.
◊ Sonra?
- Yönetmenle Skype’tan görüştük. Askerden yeni gelmiş bir karakterdi. Saçlarım uzundu ama kesebileceğimi söyledim.
◊ Türkiye’den değil, başka bir ülke adına Oscar’a gitti ama sonuçta bir Türk filmi gitti. Konusu itibariyle çok tartışıldı. “Türkiye’nin aslında bizim çok da hoşumuza gitmeyen yüzünü herkes gördü” muhabbetleri döndü. Sen nasıl bakıyorsun yurtdışındaki Türk algısına?
- Bence çok yanlış şeyler anlatmadı yönetmen Deniz Gamze Ergüven bu filmde. Ama havada kalan yerler de var tabii ki. Türkiye’nin bunu Oscar’a göndermeme sebebini de kurulda arkadaşlarım var, onlarla konuşmuştum, beğenmediklerini söylediler. Bir sansür olayı yok yani. Dışarıdan bakınca tabii Avrupalı bu filmi kucaklar. Çünkü onların istediği gibi bir film. Yok mu böyle bir adam, tabii ki var. Bazı yerlerde bana oryantalist geliyor “Mustang”.
“HOMELAND” BAMBAŞKA BİR DÜNYAYDI
◊ “Homeland”de rol alan ikinci Türk oyuncusun... Bu projeye nasıl dahil oldun?
- Ben “Homeland”in Berlin’de çekileceğini biliyordum. Bir gün bir arkadaşım Facebook’ta dizinin figüran aradığını duyurduğu ilana beni etiketlemiş. Görünce, “ben dört yıl okul okudum bunu mu gidip yapacağım” dedim. Sonra beni aradılar, “seni oyuncu kadrosuna alacağız, uygun musun” dediler. Bir saat içerisinde bir senaryo canlandırıp telefonla onlara gönderdim.
Bir hafta boyunca bekledim. Kimse aramadı. Uzun bir süre ses çıkmayınca ne yapacağımı düşünürken bir baktım menajerim aradı. “Erol’cuğum maalesef tiyatroya hayır demek zorundasın” dedi. Ona hayır demek “Homeland”e kabul edildiğim anlamına geliyordu.
◊ Kaç bölüm oynadın?
- 6 bölüm çalıştım ben. Benim için bambaşka bir dünyaydı. Evinde Oscar’ı olan adam gelip seninle çok mütevazı bir şekilde konuşuyor.
Paylaş