İTİRAF edelim, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e gülen yüzü, medeni tavrı, olumlu yaklaşımları nedeniyle; Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’e maksadını iyi anlatmaktaki becerisi, ciddiyeti nedeniyle sempati duyarız.
Ama sempatimiz, -ikisi de iyi bilir- yeri geldiği zaman en ağır eleştiriden bizi alıkoymaz.
Mehmet Ali Şahin’in dünkü açıklamasını okuduk. Antalya’da AKP’nin "Seçim Bürosu" açılış töreninde söylediği, "Hükümetimizle kavga eden, zıtlaşan yerel yönetimler her projelerini Ankara’dan geçiremiyor. O nedenle, halkıyla, hükümetiyle, devletiyle barışık mahalli yöneticiler işbaşında olursa bizim sorunlarımız daha çok çözülür" şeklindeki sözleri tevil etmeye çalışmış.
Tevil amacıyla dün yaptığı açıklama da şöyle:
"Bizler aynı zamanda siyasiyiz. Antalya’daki toplantıda da belediye başkan adaylarını desteklemek için bulunuyordum. Eğer yanlış bir şey söylemiş, yanlış bir değerlendirmede bulunmuşsam, halkımızın sağduyusuna güvenin, bunun cezasını verir. Muhalefet doğrusunu söylerse onun da mükafatını verir. Ben, ’Muhalefet belediye başkanlarına oy vermeyin. Eğer onlara oy verirseniz, onların projeleri Ankara’dan geçmez’ anlamına gelen bir değerlendirme yapmadım.
Belediye başkanı seçildikten sonra merkezi hükümetle de diyalog kurabilecek yetenekte insanlar olması gerektiğini söyledim. Bazı muhalefet partilerine mensup belediye başkanlarıyla halen tanışmadım. Keşke bana gelseler, deseler ki ’Ben falan muhalefet partisinin belediye başkanıyım, şöyle bir işimiz var’, ben yardımcı olurum, takip ederim. Bunu ön plana çıkarmak istedim, farklı yorumlara yol açtı."
Yok! Dürüstçe konuşalım. Ortada "farklı yorumlara" yol açan bir şey yok. Siz 29 Mart seçimlerinde oy verecek vatandaşları düpedüz "Ya bizim adaylara oy verir, belediyeden -daha doğrusu yerel yönetimlerden- beklediğiniz hizmetlerin tıkır tıkır gelmesini sağlarsınız, yahut da muhalefete oy vermenin ceremesini çekersiniz" demişsiniz.
Kamuoyuna yansıyan ilk sözleriniz ortada. Onların öyle olmadığını da iddia etmiyorsunuz. Yani her şey açıkça görülüyor. Kelimeleriniz farklı olsa da dediğinizin tek anlamı var. O da bizim ifade ettiğimiz gibi, ’Muhalefet belediye başkanlarına oy vermeyin. Eğer onlara oy verirseniz, onların projeleri Ankara’dan geçmez’den ibaret.
Dünkü Radikal gazetesinin anımsattığı gibi, bundan 20 yıl önce Turgut Özal da aynı yola başvurmuştu. O dönemin ana muhalefet partisi Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin seçim şansını kırmak için, propaganda afişlerinde seçmenlere, iktidarda bulunan "Anavatan Partisi ile aynı dili konuşan -aynı kafadaki- belediye başkanı seçmelerini" tavsiye etmişti. Hatta eğer muhalefete mensup birini seçerlerse o başkanın "eli kolu bağlı" olacağı için hiçbir hizmet veremeyeceğini de ikinci bir afişle herkese göstermişti.
İlginçtir. Yerel seçimlerde halkın gerçek siyasi eğilimini "İl Genel Meclisi" oyları gösterdiği için onu esas alıp bakınca görülüyor ki bu propaganda Anavatan Partisi’ne pahalıya patlamış. Nitekim 1984’te yüzde 41 olan oy oranı 1989’da yüzde 22’ye düşmüş. Tehdit edilen Sosyal Demokratların oyu ise yüzde 23’ten yüzde 29’a çıkmış.
Bazen silah sahibini vurur derler ya... Öyle olmuş.