BAŞBAKAN’ın özel danışmanı olarak bilinen Cüneyd Zapsu’nun "kadınlar" konusundaki son yorumunu gazetelerde okuyan herkes, -muhtemelen parti arkadaşları da- kendisinin siyaset dünyasından birkaç adım geri çekilmesini alkışlamışlardır.
Zapsu önce, aziz dostu Başbakan Tayyip Erdoğan hakkında Amerikalılara 8 Mayıs 2007 tarihinde verdiği öğütle dikkati çekmişti:
"Bence onu pis su deliğinden göndermeye çalışacağınıza kullanın... Hem siz hem de Avrupa onun varlığından yararlanmalısınız. Benim önerim bu..." gibi, unutulmaz bir söz söyleyerek.
Son olarak da belagatini (güzel konuşma yeteneğini) Adalet ve Kalkınma Partisi’nin(AKP) merkez karar organı üyeliğinden istifasına ilişkin soruları yanıtlarken ortaya koydu:
Önce "Bugüne kadar Türkiye’yi yöneten elit kesimden olmadığı için (seçkinlerin) Tayyip Erdoğan’ı benimsemediğini" söylemiş. Erdoğan örneğin Ecevit ve Kemal Derviş gibi "havalı" değilmiş, "dil bilmiyor"muş.
Sonra "türban" konusuna değinmiş. "Türbanını takanların sadece yüzde 50’si inancı yüzünden takıyor deseniz bile, bu yüzde 50’ye ’türbanını çıkar’ demek, sokaktaki bir kadına ’donunu çıkar’ demekten farksızdır" buyurmuş.
Lisandaki şu zarafete (!) bakın! Nasıl şapka çıkarmazsınız?
Bu sözleri okuyunca insan, o kesimdeki erkeklerin, neden kadın denince "cinsellikten" başka bir şey düşünemediğini anlıyor.
Daha kötüsü, bu kafadakilerin, erkekleri kadın görünce kendisini zapt edemeyen birer hayvan gibi görüyor olmalarıdır.
Belli ki sözlerinin önce erkekleri aşağıladığını bile idrak edemiyorlar.
Zapsu’nun ortaya koyduğu birinci gerçek bu.
Oysa uygar bir insan için böyle bir şey söz konusu değildir.
İkincisi "kadınlar" konusunda da kafasında zerre kadar "saygı" oluşmamış. Onu itiraf ediyor. Eğer aksi söz konusu olsaydı, "sırf inancı nedeniyle türban takan kadınların" ruh haline ilişkin düşüncelerini daha zarif bir üslupla dile getirirdi.
"Ecevit"li, "Derviş"li sözlerine değinecek değiliz. Ama Tayyip Erdoğan’da bu ülke seçkinlerinin yadırgadığı bir şey varsa onu Derviş ve Ecevit gibi ne de olsa toplumun üst kesimine mensup ailelerden gelme olmalarına bağlayacağına, Isparta’nın İslamköy’ünden gelen Demirel’in, bir posta (veya banka) memuru babayla bir öğretmen annenin yetiştirdiği Turgut Özal’ın hiç de böyle sorunu olmadığına baksa, daha sağlıklı bir analiz yapmış olurdu.
Olayın bir başka yanı daha var:
Türkçemiz biliyorsunuz "küfür" içeren söz yönünden çok zengindir. Hatta marifetmiş gibi zaman zaman hepimiz bununla övünürüz. Belli ki doğruca küfürlü söz kullanmadığımız zamanlarda bile öyle bir dili konuşmanın etkisinden kurtulamıyoruz. Buna ilişkin örnek verecek değiliz ama "zarafeti", öncelikle ülke yönetiminde sorumluluk üstlenmiş kişilerden beklediğimizi tekrar tekrar söylüyoruz.
Bu yazıyı okuyup da "haklısın" demek yetmiyor. Bilfiil uygulamak gerekiyor.