Paylaş
Ara sıra bize Almanya’dan e-mail mesajları gönderir. Yanıtladığımız da oldu. Bu sonuncusunu meslektaşlarımız Murat Yetkin’e ve Barçın Yınanç’a da göndermiş. Yazdıkları bize hayli ilginç geldi. O nedenle sözü Bay Hans-Peter Geissen’e bırakıyoruz:
Anlaşılan adını verdiğimiz arkadaşlarla daha önce “tekelleşme” konusunda yazışmışlar. Şöyle başlıyor:
“Elbet Avrupa Birliği’nde (AB) ve Almanya’da ‘tekelleşme’ karşıtı yasalar var. Ama bunlar ‘medya’ya özgü yasalar değil. Zaten medyaya özgü bir düzenlemenin gerekliliğine de inanmıyorum. Medyaya özgü düzenleme zaten okuyucunun tercihlerine müdahale anlamına geleceği için halk tarafından da istenmez.
Türkiye’de sanıyorum ki asıl sorun medya-devlet ilişkisinden (interface) doğuyor. Benden daha iyi bildiğinizden eminim ki kamu yararı bu konuda ayrı bir noktadır. Ama yine de görünüyor ki hükümetin medyaya müdahalesi, bir demokraside hoşgörülebilecek olandan çok daha ileriye gitmiş bulunmaktadır.
Oldubittiye getirerek medya organlarına el koyma ve bunları hükümete bağımlı teşebbüslere devretme bunun örneğidir. Buna zaman zaman -kanımca biraz yanlış olsa da- burada ‘Türkiye’nin Putinleştirilmesi’ deniyor. Türkiye’de bunlar Rusya’da olduğu gibi devlet değil; dini çevreler, yakınlık duyulan kişiler (brotherhood) ve partiler dikkate alınarak yapılıyor.
Bu noktada akla Deniz Feneri olayı ve bu olayın yayınlanması üzerine hükümetin gösterdiği infilak benzeri tepki geliyor. Bu kriz (galiba Doğan Medya Grubu’na verilen para cezasını kastediyor O.E.) onun sonucudur.
Dahası, Türk medyası sadece hükümetin ve ekonomik çıkar çevrelerinin devamlı müdahalelerinden kaynaklanan baskının değil; kısıtlayıcı (anti-liberal) yasaların ve bunları ‘hoşa gitme’ amacıyla yorumlayıp uygulayan bürokrasinin de baskısı altında bulunmaktadır.
Bu ne şimdiki hükümet döneminde başladı ne de bu dönemde bitti. Ama bugünkü durumda medya organlarının bağımsızlığı, ‘ana şirketlerin’ ekonomik gücünü koruması koşuluyla mümkündür.
Korkarım ki bugünkü ortamda iyi niyetle getirilecek ‘tekelleşmeyi’ önleyici yasalar, basının özgürlüğü bağlamında amacının tam aksine hizmet edecektir. Hatta basın özgürlüğüne tehdit oluşturabilir. (...) O nedenle ‘tekelleşmeyi önleyici’ bir yasa çıkarmadan önce basının görevini özgürce yapmasını engelleyen yasaların yürürlükten kaldırılması gerekir.
Buna paralel olarak atılacak ikinci adım, tüm kamu kurumlarının -örneğin vergi idaresinin ve medyayı denetleyenlerin- herkese karşı eşit ve tarafsız davranmasını sağlamaktır. Keza sendikal hakları ve yazıişlerinin katılımcılığını sağlayıcı yasaların çıkması basının görevini yaparken hızla bağımsızlaşması yönünden önemlidir.
Ne yazık ki bunların hiçbiri bugünkü hükümetin de hükümeti destekleyenlerin de gündeminde değildir. Hepsinin derdi, belli rakiplerini yola getirmek veya baskı altına almaktır.
Tüm bunlar sözünü ettiklerimizin siyasi karakterini söylemiyor mu? (...)
İyi dilekler. HPG”
Paylaş