DÜN hem hukuk dünyamızın hem de genel kamuoyunun karşısına yepyeni bir Anayasa Mahkemesi Başkanı çıktı.
Hep öyle kalır mı bilmiyoruz ama Anayasa Mahkemesi’nin 47’nci kuruluş yıldönümünde konuşan Haşim Kılıç, bazen kızdığımız bazen de "hukuk kökenli değil" dediğimiz Haşim Kılıç değildi.
Gerçekten Kılıç’ın dün yaptığı konuşmayı okuyunca "Herhalde yüksek mahkemenin tüm üyeleri bunun altına imza atar" dedik, çünkü "hukuk devleti"ne, "hukukun üstünlüğü" ilkesine, "demokrasi"ye, "insan onuru"na saygısı olan herkesin üzerinde oybirliği edebileceği gözlemleri ve önerileri vardı.
En ilginci de, genel olarak bugünkü siyasi iktidarınkilere yakın bir anlayışa sahip olduğuna inandığımız Haşim Kılıç’ın, ikide bir "yargımızın bağımsız olduğunu" söyleyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in gözlerinin içine baka baka gerçeğin hiç de öyle olmadığını haykırmasıydı. Kılıç;
"Devlet güç ve kudret demektir. Bunun sınırlanmadığı ve denetlenmediği yerde keyfilik ve hukuksuzluk vardır. Hukuk devletinin temel unsuru olan yargı, toplumu hukuk süzgecinden geçirerek arındıran bir niteliğe sahiptir.
Bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanamamış bir yargının, arındırmadan daha çok kirliliği artıracağı kuşkusuzdur. Güçlü ve tarafsız bir yargı demokrasinin, laikliğin ve sosyal devletin güvencesidir. (...) Yargının, en son sözü söyleyen güç olması sebebiyle, tarafsızlığı ve bağımsızlığı yaşamsal önem taşır. Bir yargıcın tarafsızlığı onun onurudur" diyordu. (Burada geçen "tarafsızlık" kaydı ayrı bir tartışma konusudur.)
Kılıç’ın insanlarımıza "Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunma hakkı" verilmesine ilişkin görüşlerine, siyasal partilerin kapatılmasına ilişkin düşüncelerine yeri gelirse değiniriz. Ama acilen üzerine gidilmesini istediği hususlar var ki, onları vurgulamamak haksızlık olur.
Kılıç, özellikle "Ergenekon soruşturmaları" ve "Ergenekon davası" nedeniyle iyice çığırından çıkan uygulamalara şöyle değiniyor:
"Anayasa’nın 138. maddesinde açıkça, ’Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hákimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz’ denilmesine rağmen, yargıyı etkileme ve yönlendirme çabaları halen devam etmektedir.
Her önemli davada yargı siyasi düşüncelerle kuşatılmakta, mahkeme hákimlerinden önce, medya ve siyaset dünyasının yargıçları kararlarını vererek davayı sonuçlandırmaktadır.
Mahkemeleri yönlendirme ve etkileme çabaları ile hákimlerin ve savcıların özel hayatlarının didiklenerek vicdani kanaatlerinden uzaklaştırma gayretleri suçtur. Savcılarımızın işlenen bu suçlara karşı hareketsizliği düşündürücü ve üzücüdür.
Yargı kararı olmadan suçlu ilan edilen insanların onurları yok edilmektedir. Bu bir insanlık suçudur.
Yasaları uygulama aşamasındaki özensizlikler insanların haysiyet ve şerefi üzerinde onarılması güç yaralar açmaktadır."
Sayın Başbakan ve Adalet Bakanı bunları dinleyince acaba hiç üzerlerine aldılar mı?