BİR meselenin bir değil beş yeri bozuk yahut yanlış olunca doğrusu “neresinden tutacağınızı” tayinde zorlanıyorsunuz. Son “Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi” hikâyesi ona döndü. Tabii kimsenin mayınları orada tutmak gibi bir niyeti yok. Zaten imza koyduğumuz Ottowa Anlaşması da bizden bunu istiyor.
Lakin 510 km.’lik sınır hattı boyunca uzayan 300-350 metrelik bir şerit içine taa 1950’lerde gömülmüş -nereye gömüldükleri de çok muhtemelen bilinmeyen- 617 bin adet mayını oradan çıkarmanın büyük bir sorun olduğu da ortada.
Nitekim Genelkurmay Başkanlığı adına yapılan resmi açıklamada, özetle "Bu işi yapmak için gerekli donanımın Türk Silahlı Kuvvetlerinde bulunmadığı" bildirildi. O nedenle temizleme işinin NATO bünyesinde bulunan ve bu tür işlerdehizmet veren "NAMSA"ya (NATO İkmal Bakım Teşkilatı) verilmesinin doğru olacağı da tereddütsüz bir ifadeyle duyuruldu.
Demek ki hizmet bedelini NAMSA’ya ödeyerek bu dertten kurtulmak mümkün.
Velakin hükümet herkesin kafasını karıştıran bir tuhaf yol izledi. Tuttu -Genelkurmay’ın hesabına göre- 178 milyon 500 bin metrekare büyüklüğündeki bu büyük, üstelik 50 küsur yıldır hiç işlenmediği için özellikle "organik tarım" için son derece elverişli araziyi, "kim temizlerse ona 44 yıl süreyle teslim etmeyi" öngören bir yasa tasarısını Meclis’e gönderdi.
Tasarıyla ilgili görüşmeler Genel Kurul’da başladı bile.
Şimdi meselenin bir "Bü çözüm en doğru olan mı?" tarafı var.
Gerçi tasarı "hizmet alımı" yoluyla yani ihale açıp, "Mayınları şu fiyata temizleriz" diyen bir (veya birkaç) firmaya vermeyi de reddetmiyor ama, o işi yapan bir tane bile Türk firması olmadığını herkes biliyor. O nedenle geriye ikinci şık yani ancak İsrail firmalarının gireceği çözüm kalıyor.
Sonuçta bu arazi bir gümüş tepsi içinde, "Biz mayınları temizleriz" diyen bir/birkaç İsrail firmasına sunulmaya hazırlanıyor.
İyi de, böylece 510 km. uzunluğunda bir sınır bölgesini -bir başka deyişle ülkenizinyatak odasını- fiilen yabancı ellere emanet etmiş olmuyor musunuz?
Nitekim sadece Genelkurmay ve muhalefet değil, işin ilginç tarafı bizzat Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül de, bu tasarıyla ilgili Bakanlık görüşünü bildiren yazısında "mayınların NAMSA tarafından temizlenmesini" savunmuş.
Savunmuş ama hemen ardından, parlamenter demokrasinin hiç kabul edemeyeceği bir iş yapmış:
Hem görüşünü resmen bildirmiş hem de o görüşü kabul etmeyen yasa tasarısının altına imza atmış. Sorana da "Sorumluluk Maliye Bakanlığı’nındır. Hükümetindir beraberce" demiş. Ardından "Bakanlar Kurulu kararına muhalif kalınamaz" diye yanıt vermiş. (23 Mayıs 2009 Cumhuriyet)
Sayın Gönül hem devletin kurallarını hem de parlamenter demokrasiyi iyi bilir. O nedenle kabul etmesi gerekir ki, "Bakanlar Kurulu’ndaki egemen görüşe katılmayan bir bakanın yapması gereken şey, "Ben bu politikayı benimsemiyorum. O politikanın siyasi sorumluluğuna katılmıyorum. O nedenle istifamı sunuyorum" deyip ayrılmaktır.
Hani "çağdaş demokrasilere" öykünüyoruz ya... Oralarda bu işler böyle yapılır da...