Üçüncü yıldönümünde

TÜRKİYE maalesef “devlet adamı” zengini bir ülke değil.

Haberin Devamı

Atatürk, İsmet İnönü... Ve bir süre düşündükten sonra çok çok iki isim daha ilave edebiliyorsunuz: Biri dün Ankara’da yapılan törenlerle andığımız Bülent Ecevit ve bir de Allah sağlık versin, Süleyman Demirel.


Demirel’
e o sıfatı kazandıran da Cumhurbaşkanlığı dönemindeki performansıdır, daha önceki dönem değil.

Başka kimse yok mu?

Var” diyen gerekçeleriyle ortaya çıksın da konuşalım.

Biz yok diyoruz çünkü sırf devletin yüce makamlarında oturmak, Anayasa’nın verdiği en geniş yetkileri kullanmak bir insana “devlet adamı” sıfatı kazandırmak için yeterli sayılsaydı, biz de ülkemizdeki bolluktan söz ederdik.

Asıl konuya gelmeden söyleyelim:

Devlet adamı, günlük siyasi çıkarların isabetli kararlarını değil, başında bulunduğu ulusun kaderini uzun vadede ve yapıcı yönde etkileyen büyük kararları veren ve onu gerçekleştiren adam”dır. “Ülkenin ve rejimin zor günlerinde onu selamete ulaştıran adam”dır.

Haberin Devamı

Bülent Ecevit onlardan biri olduğunu 20 Temmuz 1974 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Kıbrıs’a gönderdiği gün ispat etmişti.

Ama dünkü törenlerde de ifade edildiği gibi, “sadece ondan ibaret” değildi.

Ecevit, 1946’da girdiğimiz son demokrasi sürecinde “halk”ı gerçek bir “değer” olarak gören, onu “aldatılması mümkün bir kalabalık” gibi algılayanlara karşı çıkan en önemli politikacıydı. Bunu, “halkla ilişkisi kopmuş” bir parti olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni halkla kaynaştırarak ve seçmenin yüzde 41.4 oranında desteğini sağlayarak taa 1977’de ispat etmişti.

Bilmiyoruz CHP’nin bugünkü yönetim kadrolarının bu örnekten çıkaracakları ders var mı?

Ecevit’in yüreğindeki “insan sevgisi” onların “Allah” tarafından yaratılmış olmaları gibi bir koşula bağlı değildi.

O insanları, daha doğrusu “her canlı”yı öylece yani var oldukları haliyle severdi. Bu koşulsuz sevgi onun hiç kimseyi kırmamak, incitmemek konusundaki duyarlılığının ve kibarlığının da temeliydi.

Dün Bülent Ecevit’i herkes kendi bakış açısına göre değerlendirdi. Kimi “san’ata, kültüre verdiği önem”le onu andı. Kimi, “hitabet” yeteneğini vurguladı. Kimi “demokrasiye bağlılığını” ön plana çıkardı. Kimi “uluslararası ilişkilerdeki onurlu, ilkeli, tutarlı tavrını ve bu bağlamdaki başarılarını” saydı. Örneğin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın diplomatik alandaki altyapısını maharetle hazırlamasını; Avrupa Birliği’nden “Türkiye’nin üyeliğe aday ülke” statüsüne geçme kararını çıkarttığı 1999 başarısını vurguladı. Kimi onu “çalışanların haklarını ilk defa uygar ülkeler düzeyine çıkartan politikacı” olarak andı. Kimi de onun “gerçek bir Atatürkçü” kimliğine dikkatleri çekti.

Haberin Devamı

Doğrusu hepsi de haklıydı.

Daha da doğrusu o bunların hepsiydi.

Yazarın Tüm Yazıları