Temel sorunu konuşalım

BUNCA yıldır "türban"la yatıp "türban"la kalkıyoruz. Konuyu "hukuk" yoluyla yani yargının verdiği nihai kararlara uygun şekilde çözmeye, "hukuka çok saygılı" geçinen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı izin vermiyor.

AKP iktidarının yargıyla başı hoş olmadığı için bu tavrını anlayışla karşılayabilirsiniz.

Lakin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarını da beğenmiyor. Çözümü onun dışında aramak istiyor. Bir başka deyişle "yargıyla değil yasayla" diyor.

O yol bizi çıkmaza mı götürür, huzura mı göreceğiz.

Biz onu beklerken bu konunun en önemli üç aktörünün son günlerde gazetelerde çıkan beyanlarına değinmek istiyoruz.

Biliyorsunuz bunlardan biri -en belirleyicisi- Sayın Kenan Evren’dir. Daha doğrusu bu meselenin tohumu 12 Eylül döneminde "imam hatip liselerinin orta kısımlarına kız öğrencilerin kabul edilmesi" kararı verildiği gün atılmıştır.

Onu, "okulda Kur’an okunurken kız öğrencilerin başlarını örtmelerine izin verilmesi" izlemiş. Bu izin -bekleyeceğiniz gibi- fiilen "kız öğrencilerin başlarını öteki saatlerde de örtmelerine göz yumulması" anlamına gelmiştir.

Ortaokul ve lise çağındaki öğrencinin okulda başını örtmesine izin verirseniz, o öğrenci liseyi bitirdikten -üstelik 18 yaşını geçtikten- sonra sizin gücünüz onun başını açmasına yetebilir mi?

Nitekim yetmedi. O kız öğrenciler, yükseköğrenim kurumlarına da başı örtük şekilde devam etmek isteyince, bugün hálá çözemediğimiz problem somut olarak karşımıza çıktı.

Bunu çözmek amacıyla ikinci aktör İhsan Doğramacı’nın bulduğu "türban" formülü gördüğünüz gibi işe yaramadı. Sayın Kenan Evren’in, "bari bone gibi bir şey taksınlar" türü tavsiyesi sonuç vermedi.

Ve konu Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde ANAP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Keçeciler’e havale edildi. Üniversite çağındaki başı kapalı kız öğrenciler 2 Ocak 1987 günü Mehmet Keçeciler’e çok muhtemelen "önceden senaryosu yazılmış" bir ziyaret yaptılar. Basının da huzurunda ANAP’tan "Bu zulme son verilmesini" istediler.

Mehmet Keçeciler de -sanıyoruz Özal’ın talimatıyla- kızlara, "Sizler birer mücahitsiniz. Biz sizin yanınızda olacağız ve bu zulme en kısa zamanda son vereceğiz" türü sözler söyledikten sonra, bir yandan "tahriklere kapılmamalarını" tavsiye etti, öte yandan da "Bu bir Anayasa meselesidir. Meclis’te yeterli çoğunluk sağlanırsa gerekirse YÖK de kaldırılır" dedi (3 Ocak 1987, Bulvar)

Böylece "türban" meselesi, "siyaset" dünyasının konusu oldu.

Siyaset "din"le bağlantılı bir konuya el atınca ne olacaksa, o tarihten bu yana Türkiye’de de o yaşandı.

Zaten konunun en kritik noktası da "türban"ın orada giyilmesi, burada giyilmemesi değil, "din" bağlantılı bir kavramın siyaset dünyası tarafından istismar edilip "oy" amacıyla kullanılmasıdır.

Bizim temel sorunumuz o nedenle "türban" değil, "dinin siyasete alet edilmesine nasıl engel olabiliriz?" sorusuna verebileceğimiz yanıttır. Ona yanıt bulamazsak türbanı çözsek bile bir sonrakini çözemeyiz.
Yazarın Tüm Yazıları