HER kafadan bir ses çıkınca “Yargı Reformu” konusu da çorbaya döndü. Son öneri Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından formüle edildi.
Başbakan Erdoğan, sürüp giden anlaşmazlığı çözebilmek için olsa gerek, “İleri demokrasilerdeki modellerin ortalamasını alalım, onu uygulayalım” gibi bir öneri ortaya attı.
Hani “Her Çinli günde bir adet Türk fındığı yese, fındık ihracatı gelirimiz iki misline çıkar” türü kestirme çözümler vardır ya... Lafta güzel ama uygulamada sıfırdır, bize Başbakan’ın önerisi öyle göründü. Öyle ya İngiltere’de yargıçları Adalet Bakanı tayin eder ama hiç sorun çıkmaz. Çünkü İngiltere’de bir politikacının veya Adalet Bakanı’nın yargıya müdahale etmesi, örneğin savcıya elindeki soruşturma dosyasının durumunu sorması yahut yargıcın sağlığının iyi olup olmadığı bahanesiyle bir davadan söz etmesi aklın, havsalanın alabileceği bir şey değildir. Hele bir Başbakan’ın, yürütülmekte olan bir soruşturmanın “sonuna kadar arkasında olduğunu” söylemesi, onunla kalmayıp, “Ben o davanın savcısıyım” demesi, Parlamento’da bir “gensoru” konusu olur. Çoğu kez de mesele “güvenoylamasına” kadar gider. Çünkü bunların hepsi apaçık “yargıya müdahale” sayılır. Şimdi ne yapalım? Orada yargıçları Adalet Bakanı tayin edebiliyorsa, “İngiliz demokrasisi ileridir” gerekçesiyle bizde de o yetkiyi Adalet Bakanı’na mı bırakalım? Almanya’da da öyle... Daha doğrusu Eyalet Yargıçlarının yüzde 75’i o eyaletin Başbakanı ve Adalet Bakanı tarafından tayin ediliyor. Ne dersiniz, bizdekinden “iyi” ve “ileri” olduğunda kuşku bulunmayan Alman demokrasisindeki modeli Türkiye’ye mi alalım? O kadar da değil... Belçika, Norveç, İrlanda, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Lüksemburg ve Macaristan’da da yargıçlar Adalet Bakanlığı veya Bakanlığın önerisi üzerine Devlet Başkanı tarafından atanıyor. İtalya, İspanya, Polonya’da, içinde “yasama” ve “yürütme” temsilcilerinin yer aldığı birer “Konsey” tarafından yapılan öneri üzerine Devlet Başkanı tarafından; Fransa’da ise Cumhurbaşkanı’nın başkanlığındaki “Yüksek Yargı Konseyi” tarafından yargıç tayini yapılıyor. Fransa’daki Konseyin Başkan Yardımcısı sıfatıyla Adalet Bakanı da görev yapıyor. Konsey’de 6 yargıç, 6 savcı ve biri Senato’dan, öteki Millet Meclisi’nden gelen iki de parlamenter bulunuyor. Oradaki Cumhurbaşkanı ne kadar “tarafsız”dır, onu Fransızlar bilir, ama bizdekinin “tarafsız” olduğunu veya olacağını söylemek için bin tanığa ihtiyaç vardır. Şimdi durum bu iken, “hangi ortalamayı” esas alacağız? Eğer bugünkü iktidarın, ipin ucunu Meclis’e teslim etmeyi amaçlayan yaklaşımları sürecekse yani Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üye sayısını (yedeklerle birlikte) “11’den 21’e çıkaralım, bunun üçte birini yargıç ve savcılar, üçte birini Yargıtay ve Danıştay, üçte birini de Cumhurbaşkanı ve Meclis seçsin” türü bir formülde ısrar edilecekse, sonunda nereye varırız biliyor musunuz? Üye belirleme hakkını Meclis’e teslim ettiğimiz Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ile nereye vardıksa oraya!