Paylaş
Erdoğan eğer Türkiye’yi Başkanlık sistemine götürebilirse çok yararlar sağlayacağımızdan dem vuruyor. Sözlerinden de sistemin artısını eksisini değil, kendi siyasi özlemleri yönünden doğru olup olmadığını ön plana aldığı anlaşılıyor.
Oysa Başkanlık rejimi, şöyle bir göz atmak amacıyla ele alacağınız hemen her Anayasa kitabında uzun uzun anlatılan bir konudur.
Sadece Anayasa kitaplarında değil, yakın siyasi tarihimizi konu edinen hemen her kitapta da “Türkiye’de Başkanlık rejimi yararlı mı, zararlı mı olur?” tartışmasının yapıldığına ilişkin örnekler bulursunuz.
Dahası... Hem 1961 Anayasası ile ilgili tartışmalar yapılırken, hem de, biz dahil hemen herkesin eleştirdiği 1982 Anayasası’nın gündemde olduğu dönemlerde bu konu bol bol gündeme geldi.
Bitmedi... Sonraki yıllarda örneğin Sayın Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı döneminin başlarında bir ara o da “Başkanlık sisteminin yararlarından” söz etti. Ama bizzat tanık olduğumuz için anlatalım:
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in “Başkanlık sistemini” analiz eden bir konferansını bizzat dinledikten sonra, Demirel’in bu konuyu bir daha ağzına aldığına biz tanık olmadık.
Neden?
Çünkü “Davulun sesi uzaktan hoş gelir” dedikleri gibi “Başkanlık sistemi” de -aynen Tayyip Erdoğan’ın savunduğu gibi- uzaktan hoş gelir.
Öyle ya... Bu sistem gelirse ülkede “istikrarsızlık” olmaz. İşler savsaklanamaz çünkü Başkan o kadar güçlüdür ki, işini zamanında veya doğru şekilde yapmayan kim olursa olsun, kulağından tuttuğu gibi atıverir.
Sonra Başkan sadece “Başkan” değildir. Bizdeki gibi “sembolik” sayılmayacak şekilde yani düpedüz “Başkomutan”dır.
Hepimiz yasama-yargı-yürütme üçlüsünün birbirinin alanına müdahale etmesine karşı değil miyiz? Yani “kuvvetler ayrılığı” ilkesini savunmuyor muyuz? Başkanlık sistemi bunu en iyi şekilde gerçekleştiren rejimdir.
Eee... O halde neden bu güzel sistemi almayıp da “Parlamenter sistem” denen ve yıllardır bol laf-az iş ürettiğinden yakındığımız sisteme bağlı kalalım? Hem de Başbakan Tayyip Erdoğan gibi -bazılarına göre- “değişimci” bir lider ülkeyi bu sisteme götürme şansını yakalayacakmış gibi görünürken.
Düşünün siz, o sisteme geçersek hepimiz öylesine dinamik bir yönetime kavuşuruz ki -Benzetirsek acaba ayıp mı olur?- hani 1933 yılında iktidara gelen Adolf Hitler sadece 6 senede ülkesini tüm Avrupa’yla savaşacak kadar güçlü hale getirmişti ya...
Alimallah biz onlardan bile hızla güçlenir dünyaya meydan okuruz.
Evet ama acaba madalyonun arka yüzünde ne var?
Paylaş