BİZİM siyaset -daha doğrusu iktidar- mensuplarına "demokrasi sadece Meclis’teki parmak sayısından ibaret değildir"i kim ne zaman öğretecek, bilmiyoruz.
Bir zamanlar Sayın Süleyman Demirel de kendisini istifaya çağıran muhaliflerine -güvensizlik oyu için gerekli asgari sayı olan- "Bulun 226’yı sonra gelin!" demişti.
Ardından gelen malum, meşhur ve mahut 12 Mart 1971 darbesi ona "226’dan başka etkenlerin de bir hükümeti yerinden edebileceğini" öğretti. Ama onun ders alması ülkeye pahalıya patladı.
Yanlış anlaşılmasın diye hemen belirtelim:
Darbeler ardından ülkenin kısa bir süre de olsa rahat nefes aldığına çok tanık olduk. 27 Mayıs ihtilali gibi ülkeye en gelişmiş Anayasa getiren darbe de oldu. 12 Eylül gibi, sokaklardaki kan selini durduran darbeyi de yaşadık. Ama darbelerin uzun vadede, getirdiğinden çok götürdüğünü, devletin hukuk sisteminde ve demokratik rejimde iyileşmez yaralar açtığını da gördük. O nedenle yazımızı maksadımıza ters düşen bir bakışla yorumlayan olursa baştan bilsin istedik.
Lafı karıştırmadan konuya dönelim:
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in dünkü gazetelere yansıyan sözlerinden anlıyoruz ki iktidar sahiplerinden hepsi değilse de bazıları Meclis’te nerdeyse Anayasa’yı tek başına değiştirebilecek sayıda milletvekili sahibi olmanın yetmediğini görüyor. Nitekim Çiçek’in "Anayasa yapmak Ağrı Dağı’nı yerinden oynatmak gibi bir şey" dediği bildiriliyor.
Doğrudur, Ağrı Dağı’nı yerinden oynatabilmeye kendi gücünüz yetmez. Tüm toplumun desteğini almanız lazım.
Bu konuda tanınmış hukukçu Sabih Kanadoğlu bir süredir önemli bir noktaya dikkat çekmeye çalışıyor. "Madem yeter sayımız var, Anayasa’yı istediğimiz gibi değiştiririz veya yeni Anayasa yaparız" diye düşünenlere, şeklen böyle bir hakları olduğunu zannetseler bile meselenin "yeter sayı"dan ibaret olmadığını anımsatıyor. O da bir ülkenin Anayasasının aynen Çiçek’in dediği gibi çok özellikleri olan bir yasama süreci sonunda yapılması gerektiğini savunuyor. Örneğin öncelikle halka "Türkiye’nin yeni bir Anayasa’ya ihtiyacı var mı yok mu?" sorusunun yöneltilmesini, eğer bu halkoylaması sonunda "Evet"ler çok olursa üyeleri toplumun tüm kesimlerini adil şekilde temsil eden ve görevi sırf Anayasa hazırlamak olan bir Kurucu Meclis oluşturulmasını öneriyor. Bu Kurucu Meclis’in yapacağı Anayasa’nın halkoylamasında kabulü koşuluyla Türkiye’nin yeni Anayasa’ya kavuşması mümkün olur diyor.
Oysa siyasi iktidarın tutumuna bakıyoruz, böyle bir anlayışın zerresini orada göremiyoruz. Örneğin "Kim isterse görüşünü bildirsin. Hepsine açığız" türü laflar ettikten sonra, bu sözleri ciddiye alıp ilk Anayasa Taslağı çalışmasını yapan Türkiye Barolar Birliği metnini bizzat Başbakan, kamuoyu önünde dışlıyor.
En demokratik yaklaşımı benimser görünen Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek,"Anayasa taslağı ile ilgili çalışmalara katkıda bulunan" kuruluşların isimlerini sayarken önerisini bütün halinde ortaya koyan Türkiye Barolar Birliği’nden söz etmiyor. Sonra da samimiyetine inanmamızı bekliyor.
Tamam inanalım ama, önce siz inandırıcı olun da ondan sonra bunu bekleyin.