BAŞTAN belirtelim... Bizim "Irak’ın kuzeyine askeri harekát yapalım" demek gibi bir meselemiz yok.
O nedenle eleştirilerimizi kimse "Ne duruyoruz? Hálá niye girip de Barzani’ye, Talabani’ye iki tokat atmadık?", yahut "Amerika’ya gücümüzü göstermedik?" türü histerik bir talep gibi algılamasın.
Yetmiş milyonluk bu büyük ulusu kimse, Osmanlı kafasıyla bozuk para gibi harcamaya kalkamaz. Kalkarsa onun da hesabı bir gün gelir, sorulur.
Bizim meselemiz PKK denen hainler çetesinin en az zararla bertaraf edilmesidir. Bu amaçla politika üretilmesidir. Bu politikanın sorumluluğundan kaçmayacak kadar yürekli olunmasıdır.
Bu kadar basit...
Hükümet etme palavrayla olmuyor.
Oysa açıkça söylüyoruz... Ağzını her açışta "milli iradenin güçlü desteğine sahip olmakla" övünen bu iktidarın ve onun ürünü olan hükümetin PKK’yı bertaraf etme amaçlı bir politikası yok.
İsterseniz son bir örneğe biraz yakından bakalım:
Bu ülkenin başbakanı, Beytüşşebap’ta 7 Korucu dahil 12 sivilin öldürülmesi üzerine, "Tabii bizim bu konudaki kararlılığımız kesinlikle sona ermeyecektir. Bunlar hiçbir zaman bizim mücadelemizi kısıntıya uğratmayacaktır. Aynı kararlılıkla terörle mücadele devam edecektir. Kararlılığımız, aslında teröristlerin şu andaki son çırpınışlarının da işaretidir diye inanıyorum. (...) Kararlılığımız sonuna kadar devam edecektir" dedikten sadece bir hafta sonra 15 yavrumuzu toprağa gömmeye mecbur kalıyorsak orada ciddi bir yanlış var demektir. O yanlışın adı da "politikasız" olmaktır.
Politikasız bir hükümetin ülkeyi dirayetle yönetmesi söz konusu olamaz.
Ne yazık ki Türkiye’deki durum budur.
Diyelim ki biz bu değerlendirmemizde hata yapıyoruz. Hükümet sözcüsünün ifadesiyle konuşalım:
"Sözün bittiği noktada" mıyız?
Güzel... O halde sözden vazgeçelim. Eyleminizi görelim.
Eyleminiz Amerika Birleşik Devletleri’ne yeni bir dilekçe göndermek mi?
Celal Talabani’yi adam yerine koyup Ankara’da ağırlamak mı?
Bu ülkeye karşı düşmanca duygu ve düşünceler beslediğini hiçbir zaman saklamamış olan Mesut Barzani’ye el altından heyet gönderip bir kere daha refüze edilmek mi?
Yoksa Irak’ın, káğıt üstünde bile var olduğuna bin şahit isteyen Maliki hükümetiyle anlaşma imzalayıp onun vereceği izne muhtaç olmak mı?
Hem "Terörle mücadelenin başarıya ulaşması için Irak’ın kuzeyindeki PKK varlığının sona ermesini" şart gördüğünü söyleyen, hem de "Irak’tan destek istemeden önce kendi sınırlarımız içinde başarılı olmak zorundayız" tezini savunan aynı Başbakan değil mi?
Göstermelik Terörle Mücadele Yüksek Kurulu’nun dün yaptığı açıklamada "Gerektiğinde sınır ötesi operasyon dahil (...) her türlü tedbirin (alınması) konusunda (...) gerekli emir ve talimatların verildiği" bildiriliyordu.