ERGENEKON iddianamesi nedeniyle kafası iyice karışan kamuoyumuz, en ilginç sahneyi önceki akşam izledi:
O gün saat 17.00’de açıklanan 2455 sayfalık iddianameyi iki saatte hatmetmeden (!?) meslektaşlarımız akşam ekran başındaki izleyicilere bu iddianamenin içeriği hakkındaki değerli görüşlerini sundular.
Bu çapaçulluk İstanbul Üniversitesi’nin Ceza Hukuku profesörlerinden Adem Sözüer’in de dikkatini çekmiş olmalı ki Ergenekon iddianamesinin televizyonlarda satır satır okunarak tartışılmasına tepkisini, "Kimse kendini mahkeme yerine koyarak, konuşmamalı. Bu tür konuşmaların hepsi kendini mahkeme yerine koymaktır, yanlıştır" diyerek dile getirmiş.
Sözüer’in, "Ergenekon iddianamesinin daha duruşması bile yapılmadan bu şekilde naklen yayınlanması, içeriğiyle ilgili ’doğrudur’, ’yanlıştır’ diye yapılan tartışmalar adil yargılanma hakkını zedelemektedir. Bu konuların tümünün ’delil mi’, ’değil mi’ (sayılması gerektiğini) değerlendirecek tek yer mahkemedir. Bunun dışındaki açıklamalar, adil yargılamayı etkileyici niteliktedir" dediği bildiriliyor.
Prof. Sözüer galiba farkında değil ki, bizim muhteşem yazarlarımız Ergenekon iddianamesi tamamen içi boş suçlamalardan oluşsa, bu dava nedeniyle yargılananlar suçsuz bulunup evlerine gitseler bile o hükmü kabul etmeyeceklerini baştan ilan ettiler.
Nitekim birinin "Şimdi diyelim ki bütün bunların sonucunda hiçbir şey -en azından yaratılan izlenim kadar vahim bir şey- ortaya çıkmadı. Peki o zaman ne olacak?" diye sormasını yersiz bulan pek keskin bir "yandaş" kalem bundan 10 gün kadar önce:
"Hiçbir şey olmaz" diyor ve "Yargı kararlarının toplumsal ve siyasal gerçekleri ’yok hükmünde’ kılamayacaklarını" anımsatıyordu.
Demek ki "Ergenekon" sanıklarının devletin mahkemesinden beraat kararı almaları halinde bu yetmeyecek bir de "yandaş kalemlerin" oluşturduğu "Yargıtay"dan karar çıkması gerekecek.
Bir başkası henüz "İddianame" başlıklı disinformation kampanyasının başlarında, mahkemenin en sonda bile verip veremeyeceği hükmü kendisi vermiş ilan ediyordu:
Bir başkası henüz resmen açıklanmadığı günlerde bu soruşturmanın, "Cumhuriyet tarihimizin en önemliden de öteye, belki de tek temiz eller operasyonu" olduğunu söylüyor sonra da "Ne kadar ciddi biçimde yürütüldüğü çok sayıda belge ve bulguyu içeren 441 klasör ve 2455 sayfalık iddianameden belli" diyordu.
En güzeli de bu sözleriyle kendisinin yargıyı etkilemeye çalıştığını görmezden gelip, "iddianame geciktiği için sanıklar mağdur olmuyor mu?" diyenlere kızıyor ve onları davaya bakacak olan "13.Ağır Ceza Mahkemesi’nin görev ve yetkilerini gasp edip davayı mahkûm etmek için taarruza geçecekler" diye suçluyordu.
Hem de kendi uydurduğu yalana kendisi inanıp aleme "hukukun üstünlüğü" dersi vererek!