HAYLİ geç kalmış sayılsa da Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, kamu vicdanını uzunca bir süredir kanatan bir konuda olumlu bir açıklama yaptı:
Dünkü Sabah Gazetesi’nde Şahin,İstanbul’da işlenen Hrant Dink, Trabzon’da işlenen Rahip Santoro ve Malatya’daki Zirve Kitabevi’nde işlenen "Hıristiyan misyonerleri" cinayetlerinden gelen pis kokulardan kendisinin de rahatsız olduğunu açıkladı.
Şahin’in, "Bunların üzerine şiddetle gidilmeli. Mesela bazı savcıların, başka dosyalarda telefon kayıtlarında ismi geçti. Hemen Teftiş Kurulu Başkanı ile Ceza İşleri Genel Müdürü’nü görevlendirerek olayın doğru olup olmadığının araştırılmasını istedim. Hem İçişleri Bakanı hem de Emniyet Genel Müdürü olayın üstüne ciddiyetle gitmeli. Çünkü bunlar kamu vicdanını rahatsız eder. Devlet yetkisini kullanan kamu görevlileri, devletin itibarını sarsacak, devleti güç durumda bırakacak davranışlarda bulunmamalı. Eğer bu tür insanlar varsa bunlar kurumdan ayıklanmalı. Yaptıkları suç ise cezasını mutlaka çekmeliler. Ancak bu, bu konudaki her iddia doğru anlamına gelmiyor. Ama her iddiayı ihbar kabul edip üzerine ciddiyetle gitmek lazım" dediği bildiriliyor.
Bunlar, altına her vicdan sahibinin imza atacağı sözler.
Lakin söz yetmiyor. Uygulamanın ne olduğu daha büyük önem kazanıyor.
Nitekim Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’in, "Katilin eline ülkemin bayrağını verip poster çektirenlere ülkemin adaleti ne yaptı?" diyen çığlığı hepimizi utançtan yere bakmaya mecbur ediyor.
Rakel Dink’in ağzından dökülen, "Kimin öldürüleceğini bilen emniyetçilere; daha katil yakalanmadan, silahın markasına kadar bilen jandarmalara; cinayet planları yapılan ocaklara; eşime haddini bildirmeye çalışan Vali Yardımcısı’na ne yaptı ülkemin adaleti?" sorularının yanıtını vermesi gerekenler nerede?
Malatya’daki Zirve Kitabevi katliamının dosyası daha temiz değil. Rahip Santoro cinayeti öyle.
Gazeteleri okuyan herkesin, "polisimiz adaletten mi, cinayetten mi yana?" diye sorgulamadan edemediği bir dönemi yaşıyoruz.
Ama bakın ne İçişleri Bakanlığı’ndanbir ses var ne de Emniyet Genel Müdürlüğü (hani artık kamuoyuna düzenli şekilde bilgi vereceğini açıklayan bir Emniyet Genel Müdürlüğü var ya ondan söz ediyoruz) tek kelimelik bir açıklama yapıyor.
Genelkurmay Başkanlığı’nınbirkaç gün önce Dağlıca olayı için yaptığı bizce çok yetersiz bir açıklama var ya, o kadar olsun laf edemediler.
Sonunda Adalet Bakanı -pek de alışılmamış bir şey yapıp- İçişleri Bakanlığı’nı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nüalenen ve resmen görevini yapmaya çağırdı.
Yalnız yeri gelmişken söyleyelim:
Bu konuda resmi bir işlem yapılacaksa onu Bakan’a veya Emniyet Genel Müdürü’nebağlı kişilerin değil bu iki otoriteden bağımsız bir kadronun yapması gerekir.
"Kanunlar müsait değil" mi diyorsunuz. "Kanun yoksa, yaparız" diyen Başbakan’a gidin. O çözer.