IRAK’ın kuzeyindeki bölgenin pek çalımlı lideri Mesut Barzani’nin karizması çizildi mi çizilmedi mi, onu kendisini lider sayanlar düşünsün. Ama bir gerçek var ki, Barzani son olarak 19 Şubat günü El-Arabiya isimli televizyon kanalına:
"Sabrın da bir sınırı vardır. Şunu bildiriyorum ki, Türkiye’nin federe Kürdistan topraklarına olan saldırıları devam ederse artık sessiz kalmayacağız" dedikten iki gün sonra Irak’ın kuzeyindeki PKK yuvalarına karşı harekát başladı.
Barzani de sessiz kalmayacağını, başında bulunduğu Irak Kürdistan Demokrat Partisi (IKDP) Dış İlişkiler sorumlusu Sefin Dizayi’nin, "Peşmergelere kendilerini savunmak zorunda kalmadıkça silaha davranmamaları talimatı verdik" anlamındaki demeciyle ispat etti.
Bizim Genelkurmay Başkanlığı’nın ve onun ardından hükümet adına Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in, "Bu harekát sadece PKK’ya yöneliktir. Onun dışındaki herhangi bir unsur veya sivil halka yönelik hiçbir tarafı yoktur" yolundaki açıklamalarına rağmen kabul edelim ki bu harekátın dolaylı bir hedefi de kendisini hedef haline getiren Mesud Barzani’dir. Çünkü PKK’ya yıllardır orada yerleşme ve palazlanma hakkını veren, bu terör örgütünü koruyan Mesud Barzani’nin kendisidir. O nedenle PKK’ya atılan şamarın izini Barzani’nin suratında da aramak gerekir.
Zaten bu harekáta Türkiye dışında hiç kimse karşı çıkmazken bir tek onun rahatsızlık duymasının başka bir açıklaması yoktur.
Keza Barzani dahil herkes bilmektedir ki bu harekátla PKK’nın varlığı sıfıra inecek değildir. Ama bu harekát Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sillesinin ne kadar ağır olduğunu hatırlatmak yönünden yararlı ve gereklidir.
Yeri gelmişken belirtelim:
Önceki gece başlatılan kara harekátının uluslararası hukukun kurallarına ve gereklerine uygun şekilde uygulanmaya konmuş olması nedeniyle hem hükümeti hem de Genelkurmay Başkanlığı’nı kutlamak gerekir.
Nitekim içeride ve dışarıda herkes kabul ediyor ki (pardon herkes derken galiba Demokratik Toplum Partisi’ni (DTP) göz ardı etmiş olduk) bu harekát Türkiye’nin kendi huzur ve bütünlüğünü koruması için zorunludur. Bir başka deyişle bu bir "meşru müdafaa" operasyonudur. Başka bir şekilde yapılacak açıklama ancak PKK isimli cinayet şebekesiyle en azından ruhi ortaklığa işaret edebilir.
Ne yazık ki DTP adına dün bu partinin TBMM Meclis Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş’ın yaptığı açıklama ister istemez yukarıdaki ihtimalleri akla getirmektedir. Nitekim Demirtaş, "Türk Silahlı Kuvvetleri’nin operasyonunun durdurulmasını" istemekte, sonra da bu sözünün gerekçesini kamuoyunun kabul edebileceği bir şekilde sunmak amacıyla:
"Biz, operasyonlara PKK’yı savunmak için karşı çıkmadık. (Operasyonları) Türkiye’nin çıkarlarına uygun görmedik. Biz ’Operasyonlar dursun’ derken, ’PKK da eylemlerini durdursun’ dedik. Yoksa ’Operasyonlar dursun, PKK da istediği gibi saldırı yapsın’ şeklinde bir düşüncemiz yoktu. Biz tümden çatışmaların durması gerektiğini savunduk" demektedir.
Demektedir ama dediklerinin samimi olduğunu ispat etmek için daha pek çok kanıta ihtiyaç vardır.