BİZİM bitmeyen, aslında bitmesi bizzat bizim tarafımızdan engellenen, sonra da "Bu nasıl çözülür?" diye vakit tükettiğimiz meselelerimiz vardır:
"Rektörler nasıl bir usulle göreve gelmeli?" gibi.
Bu konu gerçekten taa 1946 yılından beri tartışılır.
Demek ki tam 62 yıldır çözememişiz.
Nitekim son olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de şikayetini şöyle dile getirdi:
"Rektör seçimlerinin üniversitelerde çok derin yaralar açtığını da görüyorum. En gelişmiş ülkelerde, bu işlerin nasıl olduğunu sizler çok iyi biliyorsunuz. Bunların giderilmesi gerektiği, bu tip konuların nihayette cumhurbaşkanına bırakılmasının da doğru olmadığı kanaatindeyim.
Ben gayet cesur bir şekilde, bu tip yetkileri çok sağlıklı kurumlara devretmeye hazırım. (...)"
Cumhurbaşkanı Gül bu sözleri keşke sayısı 108’i bulan devlet üniversitelerinden 45’ine rektör tayin etmeden önce söyleyebilseydi herhalde daha anlamlı olurdu.
Gerçi Anayasa gereğince o tayinleri yapmaya mecburdu ama hiç değilse yaptığı tayinlerde, YÖK yasasının emrettiği şekilde "ATATÜRK İnkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı" eğitim yapılmasını sağlayacak isimleri seçmeye özen göstermiş olsaydı, hem göreve gelirken yaptığı yemine bağlı kalmış olurdu hem de dünkü gazetelere yansıyan -haklı- şikayetine daha fazla kulak verilirdi.
Ama onu bir kenara bırakalım. Şimdi bir gerçek var ki "rektör tayini" konusu çözüm bekliyor.
"Rektörleri üniversitelerin öğretim üyeleri seçsin" fikrinin şampiyonu olan Prof. Dr. İhsan Doğramacı bile artık bu usulü savunmuyor.
İstanbul Üniversitesi’nin tanınmış öğretim üyelerinden Prof. Dr. Hasan Yazıcı da, geçen ay çıkan bir makalesinde rektör tayininde cumhurbaşkanının yetkili olmasını eleştiriyor, "Üniversitelerimizi bir süre kişiler yerine kurullarla yönetmeye çalışalım. Her fakülte kendi içinde bir senatör ve bir de dekan seçsin. Bunlardan oluşacak senato ise kendi başkanını, yani rektörü, oylamayla saptasın" diyordu.
Seçimi bir ölçüde geçerli sayan bu model mi iyi yoksa başka ülkelerin üniversitelerini de inceleyip görüşlerini yayımlayan eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz’ün gösterdiği gibi, "İlgili üniversiteyle ilgisi bulunmayan seçkin kişilerden oluşan Mütevelli Heyeti’nin, o üniversite dışından bulup tayin ettiği rektör" formülü mü iyi, mutlak surette tartışılmalıdır.
Elbet başka öneriler de bu tartışma sırasında ele alınmalıdır.
Ancak kabul edelim ki Türkiye’nin bugünkü gerilimli ortamı değişmedikçe, bir başka deyişle siyasi iktidar, üniversiteleri kendi siyasi görüşünü egemen kılmak için öncelikle ele geçirilmesi gereken mevziler gibi görmekten vazgeçmedikçe bu formüllerin hangisini uygularsanız uygulayın ülkeye de, üniversiteye de yararı olmaz.
O nedenle meseleye öncelikle iktidar partisini yöneten zihniyetin değişmesinden başlamak lazım. Cumhurbaşkanının gücü konuda bir şey yapmaya yetiyor mu önce onu öğrenelim.