TBMM’nin 23 Temmuz Cuma gününden itibaren tatile gireceğini dün açıklayan Başbakan onunla kalmadı. Anayasa değişikliği paketinin halkoylamasında “Evet” oyu alması için propaganda kampanyasını da açtı.
Açış da ne açış? “Evet” hatırına gözyaşı deseniz var, duygu sömürüsünün enva-ı (her çeşidi) var.
Başbakan’a sorarsanız 12 Eylül günü yapılacak olan oylamadan “Evet” oyunun galip çıkması, 12 Eylül 1980 tarihli askeri darbeden intikam alınması anlamına gelecektir. Demokrasimize itibar kazandıracaktır. Kısaca tam bir devrim olacaktır.
Anayasa paketinin içindeki maddeler sadece Başbakan Erdoğan’ın saydıklarından ibaret olsa ve bir de saydıkları onun dediği anlama gelseydi, dediklerine katılırdık.
Doğrudur... Hem biz, hem de öteki pek çok yazar da ifade etti ki, bu pakette -acil bir ihtiyaç sayılmasa da- kadınlar için, çocuklar için, kamu kurumlarında çalışan insanlar için “olumlu” hükümler var.
Sadece onlar getirilmiş olsa veya halkoylamasında sadece onlar için sandık başına gidilmiş olsaydı, mesele yoktu. Hepimiz “Evet” der, belki de en büyük uzlaşıyla kabul edilen yeni hükümlere kavuşmuş olurduk.
Oysa Başbakan da biliyor ki, resmin onun tarafından saklanan parçaları var. Örneğin “demokrasimiz” için bu değişikliğin bir devrim niteliğinde önem taşıdığını söylüyor ama gerçek bir demokrasinin “olmazsa olmaz”ı olan “yargı bağımsızlığının” bu değişiklikle yara alıp almadığına değinmiyor.
Birçok hükmünü beğenmesek de 1982 Anayasası hiç değilse Yüksek Mahkemelerin bağımsızlığına saygılı idi. Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay o sayede hukukun ve yüksek yargıçların vicdanlarının sesini karara dönüştürüyorlardı.
Her mahkeme gibi onların da verdiği bazı hükümlerin yanlışlığını savunabilirsiniz. Belki haklı da olabilirsiniz. Ama zaten temel unsur “her kararın herkes tarafından benimsenmesi” değil, o kararların hukuka ve kamu vicdanına uygun olduğunun genellikle kabul görmesidir.
İşte bu noktayı Tayyip Erdoğan’ın kafası hiçbir zaman almadı. Yüksek Yargı’yı o yüzden, bir Başbakana hiç yakışmayan çok ağır sözlerle suçladı. Onların kararlarının “ideolojik” olduğunu söyledi. Anayasa Mahkemesi’ne hatta, “Anamuhalefet Mahkemesi” dedi.
Mahkemelerin sadece “bağımsız” değil aynı zamanda “tarafsız” da olması gerektiğini ileri sürdü. Bununla “Bizim mahkemelerimiz tarafsız değil çünkü Cumhuriyetin kurucu felsefesinden yana karar veriyorlar” demeye getirdi.
Bir bakıma haklıydı. Çünkü Anayasa’nın da istediği gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün kurumlarının -bu arada birey olarak kendisinin de- temel görevi, o felsefeden yana olmaktır.
Ama o bunu kabul etmediği için, Sultan Abdülhamid’in torunu Osman Nami Osmanoğlu’nun tabutuna verdiği omuz gibi, Yüksek Yargımızın da Cumhuriyetin kurucu felsefesinin tabutuna omuz vermesini istedi. Başaramayınca Anayasa’yı değiştirdi.
Şimdi “Evet”i veya “Hayır”ı işte bu konudaki tercihiniz belirleyecek.